12 Eylül 2015 00:44

Ümit Kocasakal'a açık mektup

Paylaş

Çiğdem ÖZCAN*

Sesinizi duymak ne güzel. Nicedir İstanbul Barosundan ses çıkmayınca sizin ve bilcümle yönetimin başına bir şey geldiğini düşünmeye başlamıştık. Hatta İstanbul Barosunun kapandığı bile geldi aklımıza. Ama devletin baş sorumlusu olduğu halihazırdaki savaş hakkındaki demecinizi görünce hayatta olduğunuzu anlamakla birlikte Baronun kapanmış olmasını niyaz eder olduk.
Demeç boyunca arayıp da bulamadığımız “barış” sözcüğüne ancak son paragrafta rastladık. Ama hiçbir bağlama oturtamadık çünkü demecin tamamı savaş diliyle yazılmış, barış “bataklıkta bir gül” misali öylece kendi başına kalmıştı.
Beyanınızın ana fikri, devletin “terörle mücadele”de kendisine tanınan yetkilerini “sonuna kadar(!)” kullanarak deyim yerindeyse “Terörün kökünü kurutması” gerektiğiydi. Terör ne, terörist kim kavramlarını pek düşünmek istemediğiniz belli ama, bir hukuk kurumunun başkanı olarak bir devleti savaşa çağırmak, savaşmasını talep etmek, belki de kendisine tanınan yetkileri tam olarak kullanmayıp yeteri kadar savaşmadığını yani daha çok savaşmasını salık vermek ne kadar akla yatkın, hukuku idealize etmek nafile bir çaba olsa da hukukçu kimliğiyle savaş çığırtkanlığı yapmak ne kadar yerinde, bir kez daha düşünmeniz gereken bir husustur. Üstelik avukatların temsilcisi olarak hukukun savunma tarafında, dolayısıyla halktan yana durduğunuz, durmanız gereken bir konumda olmanız gerekirken neden bir devlet aygıtı gibi, savcılık makamı ya da savunma bakanı gibi devletin tarafında yer aldığınız hususunu da bir değil, birkaç defa daha düşünmenizi öneririm. Çünkü hem devletin yanında duran bir savaş tellalı hem de bir savunma örgütünün başkanı olamazsınız, birini seçmek zorundasınız.
Farkında mısınız bilmem. Devlet terör örgütü dediğiniz PKK ile savaşta, gönlünüzden geçen o “Bütün imkanlarını kullanarak” zaten savaşıyor. Hatta ­sizi tatmin eder mi bilemiyoruz ama- açıktan sivil Kürt halkına saldırıyor, evlerine bomba yağdırıyor, silahlarla tarıyor; çocuk, genç, yaşlı demeden herkesi öldürüyor. Sokağa çıkana “vur” emri veriyor. Polise çekinmeden silah kullanmasını emrediyor. Polis de vuruyor elbette. Halk polisin vurduğu çocuklarını defnedemediği için derin dondurucuda saklıyor. Bir anne çocuğunun cesedi kokmasın diye ifadesiz bir ifadeyle çocuğunun ölü bedenini buzla ovuyor. O anne/baba çocuklarının ölü bedeni ile günler geceler geçiriyor. İşte devlet “Bütün imkanlarını kullanarak” “terörle mücadele ediyor.” Tatmin oldunuz.
Devlet halkını gözünü kırpmadan öldürüyorsa bütün imkanlarını kullanıyor demektir; çünkü yaptığı her şey, işlediği her cinayet imkanları dahilindedir. Meşru ya da gayrimeşru, hukuki ya da fiili. Sizin “Devletin bütün imkanlarını kullanarak” şeklinde sıradan bir cümleymiş gibi kolayca ağzınızdan dökülen bu ifadeyle siz de bu devlete mümkün olan tüm bu imkanları onaylıyorsunuz. O imkanların mümkünatını, devletin halka karşı bu kadar pervasızca saldırısının nasıl mümkün hale geldiğini, o lanet olası ama meşru şiddetin alanının nasıl bu kadar genişlediğini, gayrimeşru şiddetinin nasıl bu kadar kolayca fiiliyata döküldüğünü sorgulama gereği bile duymuyorsunuz.
Ne siyasi fikrinizle ilgileniyoruz ne de üniter devlete verdiğiniz kıymetle. Kürt mücadelesi hakkında yaptığınız yorumlara, geçerliliği kendinden menkul “emperyalist oyun” tanımına, ulus devlet ve milliyetçilik dozu yüksek bir vatanseverliği “sol” bir tavır olarak ortaya koyma gayretiniz de değil derdimiz. Biz sizi zaten tanıyoruz. Emperyalizmi cümle içinde kullanmanız ve bunu “sol tavır” olarak yutturma çabanız Kürtlere, Ermenilere vs. karşı ırkçı tutumunuzu gizlemeye de yetmiyor. Zamanında KCK davasında tutuklanan avukatlarla ilgili olarak, yine o “emperyalist oyun” kaygılarıyla “Biz o fotoğrafın içinde yer almayız” diyerek üyeleriniz olan avukatlarla ilgili hiçbir çaba göstermediğinizi de unutmadık.
Unutmadığımız o kadar çok şey var ki. Ama ne yazık ki hâlâ İstanbul Barosunun başkanısınız ve başkan olarak yapmaya mecbur olduğunuz şeyler var. Çünkü Ümit Kocasakal adına değil İstanbul Barosu adına konuşuyorsunuz. Bu nedenle isteseniz de istemeseniz de devletin yaptığı hak ihlallerine karşı sonuna kadar sesinizi yükseltmek, bu konudaki hukuki girişimleri başlatmak ve takipçisi olmak zorundasınız. Devletin yaptığı katliamlar karşısında kamuoyu yaratmak, kamuoyunun genişlemesine katkıda bulunmak zorundasınız. Devletin halka karşı bu kadar pervasızca yetki kullanmasını, silah doğrultmasını ve çekinmeden ateşlemesini sağlayan yasaları deşifre etmek ve bu yasaların yürürlükten kaldırılması için çaba sarf etmek ve en önemlisi bu yasaların meşruluğunun sorgulanmasının yolunu açmak zorundasınız. Yasallık/meşruluk tartışmasını yapmak ve bu tartışmanın devletten yana değil bireylerden ve halktan yana yürümesini sağlamak zorundasınız. Devletin “Bütün imkanlarını kullanarak” şeklinde devlet imkanlarının genişlemesine ya da genişletilmesine destek vermek yerine, bu imkanların daraltılması için uğraş vermelisiniz. Siz devlet kurumu değil, savunma kurumusunuz ve savunma kurumunun işi de devletin yürüttüğü bu kirli savaşın azimli yandaşı değil, devleti halka karşı sınırlayan her türlü mücadelenin asli unsuru ya da destekçisi olmaktır. Bunları yapmayacaksanız en azından savaş tellallığı da yapmayınız. Savaş tellallığı yapmaya devam edecekseniz eğer; bunun yerine, avukatlardan aidat toplayan, karşılığında ajanda ve servis hizmeti veren ve etliye sütlüye karışmayan bir “meslek örgütü” olmanız bizim için daha kabul edilebilir olacaktır. Bunları yapmayacaksanız eğer, hiç sesinizin çıkmamasını bu şekilde çıkmasına yeğ tuttuğumuzu bilmenizi isterim.

*Avukat

ÖNCEKİ HABER

Cizreliler: Direnişimizle kazandık

SONRAKİ HABER

İşçilerin kırmızı çizgisi birlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...