29 Ağustos 2015 00:59

Ölmemek ve öldürmemek için dayanışmaya!

Paylaş

Prof. Dr. Cem Terzi

İçinde bulunduğumuz korkunç durumun mantıklı bir analizini yapmak gerçekten zor. Zira hükümetin yeniden çatışma/şiddet politikalarına yönelmesinin Türkiye’deki  ’Kürt Sorunu’ açısından bir dayanağı yok. Tam aksi, silahların sustuğu, barış ve çözüm için Türkiye halklarının onay verdiği bir dönemde yeniden savaş politikaları başlatılmıştır.

O zaman bunun nedeni  ‘Kürt Sorunu’ olamaz başka bir nedenle bu korkunç savaşa sürükleniyor Türkiye.  Bu savaş Türkiye’nin Kürt sorunu ile ilgili bir savaş değil. Bu savaş Türk Kürt savaşı değil!

Bu kadar acı çekmiş hiç bir ülke, çatışmasızlığı başarmış ve sorunu Mecliste siyaset ile çözülebilecek bir konuma getirmişken her şeyi yok edemez! Çocuklarını yeniden ölüme gönderemez.

AKP kendi oy kaybını ve MHP’nin oy artışını “Toplum çözüm sürecini desteklemiyor” diye okudu oysa, çözüm sürecini ve barışı temel alan HDP,  ‘Sizi ASLA meclise sokmayız’ anlamına gelen yüzde 10’luk barajı rahatlıkla aştı. Bunun anlamı şudur: Çözüm süreci ve barış DAİMA Mecliste olacaktır. Halkın barış iradesi DAİMA Mecliste olacaktır. Geçilemez sanılan baraja rağmen! 

AKP kurmayları Cumhurbaşkanının başkanlık projesinin HDP’nin “Seni başkan yaptırmayacağız” başlıklı seçim stratejisi ile engellendiğini ve bunun bir uluslararası proje olduğunu söylüyorlar. Bu da yanlış bir çıkarım zira, başkanlık projesini Türkiye Halkları Gezi isyanı ile reddetti. Gezi isyanı ile başkanlık sistemine toplumun onay vermeyeceği belli oldu ve iktidar blokunda ciddi bir çatlak/yarılma oluştu. Zaten AKP 7 Haziran seçimlerinde başkanlık projesini temel almadı. Herkes bu projenin bittiğini biliyordu.

HDP’nin barajı geçmesi başkanlık sistemi ile ilgili değil AKP’nin tek başına iktidar olamaması ile ilgili yeni bir durumdur. Bu da siyaseten çok normal ve ülkenin ihtiyacıdır. Kapitalizm bu evrede liberal demokrasi yerine Rusya ya da  Çin gibi otoritaryan yönetimlere ihtiyaç duyuyor olabilir ama halkların ihtiyacının ve iradesinin bu olmadığı çok açık!  

Özetlersem AKP’nin iç politikada başkanlık sistemi ve 2023’e kadar tek başına iktidar olma projeleri iflas etti. Dış politikada ise Ortadoğu’nun yeniden paylaşım sürecinde yaşanan emanet savaşlarda Türkiye’nin aktif rol alarak, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte - kimi zaman çelişen çıkarlara rağmen- emperyal bir pozisyona soyunması denendi. Bu, AKP ve Cumhurbaşkanının iç politika hedefleri ile de uyumluydu ancak, büyük bir başarısızlığa uğradı.  Rusya’nın Esad’a verdiği güçlü destek oyun planlarını bozdu. ABD başta olmak üzere emperyalist devletler, Türkiye’yi ve özellikle Cumhurbaşkanını hızla yalnızlaştırdılar. 

Şimdi, savaş politikaları ile saray AKP’nin MHP’den yüzde 2’lik oy çalması ile yeniden tek başına iktidar olmasını planlıyor. Sarayın önüne gelen anket sonuçları bunun mümkün olduğunu gösteriyor ki 1 Kasım yeni seçim tarihi olarak belirlendi.
HDP ve barıştan yana olan herkesin bu oyunu bozmak için tek şansı var: ATEŞKES! Tek taraflı da olsa ateşkes! 1 Kasım’a kadar acil ve kesin ateşkes! Bu bütün oyunları bozacaktır!

Türk’le Kürt’ün ölmemek/öldürmemek üzere dayanışması dayanışmaların en hakikisi olacaktır!


Silahların konuştuğu yerde barış çağrılarının sesi duyulmuyor

Gülsüm Cengiz (Şair-Yazar)

Ben, ülkemizin içine sokulduğu bu kaos, savaş ve şiddet ortamından kurtulmak için topyekün barış seferberliği öneriyorum. Bunun için öncelikle silahların susması gerekiyor. Silahların konuştuğu yerde barış çağrılarının sesi duyulmuyor. 
Savaşa sürülenler yoksul, emekçi, halkın çocuklarıdır. İşçilerin, emekçilerin, yoksul halk kesimlerinin bu savaşın kimin çıkarına hizmet ettiğini, bunun için kimin evlatlarını feda ettiğini görüp bu savaşa dur demesi gerekiyor. Bu yüzden, barış için mücadele eden partilerin yanı sıra, işçilerin emekçilerin örgütlü olduğu sendikalara önemli görevler düşüyor. Daha birkaç ay önce kitlesel grev ve direnişlerle ayağa kalkan işçilerin ve sendikaların, üyelerini aydınlatma etkinliklerinin yanı sıra; BARIŞ için ayağa kalkıp ses getirici eylem ve etkinlikler örgütleyerek üretimden gelen güçlerini kullanmalarının etkili olacağını düşünüyorum. 

Kitle iletişim araçlarının insanların duygu ve düşüncelerini belirleme konusunda önemli bir etkisi var. Savaş çığırtkanlığı yapan, şiddetin dilini kullanan, asker cenazelerinde ortaya konan tepkileri görmezden gelip halktan gizleyen basın-yayın organlarının partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, kurum ve kuruluşlar tarafından boykot edilmesini öneriyorum. 
Barışa giden yol uzun ve zorluklarla dolu. En zoru, insanları değiştirip dönüştürmek; kendisinden olmayanın sorunlarına duyarlı kılmak. Sanat yapıtlarının insanların değişip dönüşmesi doğrultusunda büyük bir işlevi var; o yüzden ülkenin düşünen, yapıtlar üreten aydınları, sanatçıları olarak hepimize büyük görevler ve sorumluluklar düşüyor. Yazan, resmeden, dans eden, şarkı söyleyen, tiyatro yapan bütün sanatçıları, barış seferberliğine katılmaya çağırıyorum.

Günlerdir gençlerin cenazelerini kaldıran, halkın üzerinde büyük etkisi olan din adamlarına, vicdanlarının sesini dinleyip barıştan yana tutum belirlemeleri için çağrı yapılmasını öneriyorum. 

Her gün gençlerin öldüğü bir ortamda, ölen hangi kesimden olursa olsun; içi yanan analardır. O yüzden kadınların, anaların asker- gerilla anası ayrımı yapmadan çabalarını ve mücadelelerini birleştirmesi gerekiyor. Günlerdir ülkenin her yerinde barış için mücadele eden kadın grupları, yaşamdan-insandan yana partiler, kurum ve kuruluşlar bu doğrultuda çalışmalar yapıyorlar; bunlara omuz vermek, içinde yer almak barışa giden yolu güçlendirecektir.

Kurşunlar nereden gelirse gelsin asker, polis, gerilla; Alevi, Sünni, Êzidî; Türk, Kürt, Laz, Arap, Çerkes; sağcı, solcu demiyor. Ne için çıkarıldığını, kime hizmet ettiğini biraz aklı ve vicdanı olan herkesin bildiği bu savaşa dur demek için; insanların aralarındaki ayrılma noktalarını bir yana bırakıp güçlerini barış için birleştirmesi gerekiyor. Silahların susması, barışın hemen kazanılması, sürekli ve kalıcı kılınması için mücadelenin birleştirilmesi gerekiyor. Bunu ancak ön yargılarımızı ortadan kaldırarak; olay ve olgular karşısındaki tutumumuzu, zulmedilenin kimliğine bakmadan, çifte standart gözetmeden belirleyerek gerçekleştirebiliriz. 


Savaşı durdurabiliriz

Foti Benlisoy (Başlangıç dergisi) 

Savaş karşıtı mücadelenin bugün belki de en büyük “avantajı”, savaşın tırmandırılması yönündeki siyasal tercihin meşruiyetinin cılız olması, savaş yönünde gerçek bir ulusal mutabakatın bulunmaması. Sarayın ve geçici hükümetin “teröre karşı topyekün savaşı” aslında sürdürülebilir değil, karşı karşıya oldukları yönetememe krizinin bir ifadesi. Bu yüzden de çelişkileri hızla kendini belli etmeye başladı.

Asker yakınlarının cenazelerde görünür olan tepkileri, bu durumun belki de en bariz işareti. Savaşın neden olduğu kayıplara karşı örtük (Zaman zaman şoven renklere de bürünebilen), daha kendi dilini bulamamış bir itirazla karşı karşıyayız. Savaş tercihinin meşruiyetini berhava edebilecek ve “savaş yorgunluğu” diye tarif edebileceğimiz bir popüler hissiyatla karşı karşıyayız. Savaş tercihinin toplumsal tabanı belki de ilk defa bu kadar daralmış durumda.

Asker yakınlarının açığa çıkardığı bu reaksiyon, savaş aygıtını sekteye uğratabilecek potansiyel bir gücü temsil ediyor. Yeter ki kendi antimilitarist dilini bulabilsin, savaşın yarattığı acılara milliyetçilik ve militarizm dışı anlamlar yükleyebilsin. Savaş karşıtlarının bu tepkilerle buluşması, kendi siyasal dilini henüz bulamamış bu popüler hissiyatı bir barış hareketine çevirebilecek esnekliği ve dinamizmi gösterebilmesi kritik önemde.

Bu anlamda milliyetçi-şoven hezeyan karşısında toplumsal bir bariyer oluşturacak, Kürtlerin meşru taleplerini batı kamuoyu nezdinde önce anlaşılır, sonra da sahiplenilir kılabilecek ve savaşın bitmesi, silahların susması için basınç oluşturacak bir savaş karşıtı hareketinin inşası bugün geçmişe göre çok daha ciddi bir olanak. 

Bunun için özellikle batı bölgelerinde geniş toplumsal kesimleri seferber etmek, savaş tercihinin yarattığı yaygın ama henüz açığa çıkamamış huzursuzluğa siyasal ifade kanalları oluşturmak gerekiyor. Savaş tercihinin yönetenler açısından siyasal bedelini yükseltecek bir toplumsal seferberlik pekala mümkün. Türkiye’de barışı isteyen çok ciddi bir toplumsal birikim var. Bu birikimin bütün boyutlarıyla kendini açığa çıkarmasını sağlayacak mecra ve formları ortaya koyabilmek gerekiyor.
Önüne belli bir vadeyi koyan, sistemli, yerelleşen bir barış hareketine ihtiyaç var. Alışageldik eylem formları ve “ritüellerin” ötesine geçebilecek meşru, barışçıl, kitlesel, geniş kesimlerin parçası olabileceği eyleme biçimleri düşünmek ve bunların orta vadede sistemli bir biçimde planlanıp örgütlenmesi kaçınamayacağımız bir görev. 

Savaş koşullarında sokağı kimin “domine edeceği”, yani faşistlerin şoven demagojisinin mi yoksa savaş karşıtı hareketin siyasal özgürlükler ve sosyal adalet taleplerinin mi sokağa hakim olacağı, önümüzdeki dönemin en kritik sorunu halini alabilir. Savaş karşıtı hareketin gelişmesi, gerek devlet baskısına gerekse olası bir faşist tırmanışa karşı antifaşist bir hareketin de gelişme koşullarına imkanlar sunacaktır.

Saray ve geçici hükümet, “teröre karşı topyekün savaş” politikasıyla ülkede boğucu-baskıcı bir siyasal atmosfer yaratmak ve özellikle de sokağı kontrol eder hale gelmek istiyor. Bu kuşatmayı yarmak, sokakta tekrar nefes alır hale gelmek için zaman kaybetmemeli, otoriter yuvarlanışa karşı bir imdat freni olacak savaş karşıtı hareketin yaygınlaşması için çabalamalıyız. Moral üstünlüğü yönetenlerin elinden almak, savaşı durdurabileceğimize dair öz güveni pekiştirmek için savaş cephesinin karşısına bir barış cephesi olarak çıkmak temel önemde.

1 Eylül yaklaşıyor. Barış günü kapsamındaki etkinlikler, sarayın savaşının afallattığı toplumsal muhalefet güçleri açısından bir dönüm noktası olmalı, 1 Eylül kitlesel bir barış seferberliği haline getirilerek toplumsal muhalefet için bir silkinme vesilesi haline getirilmelidir.s


Siyasetin kirli oyunlarında ölen bizim çocuklarımız oluyor

Nur Sürer (Oyuncu)

Barış dediğimiz her şeyden önce iki tarafın da silahları susturmasıyla olur. Çözüm süreci başladığında her şey çok güzeldi, silahlar susmuş, hepimiz için bir umut olmuştu. Fakat bu umut çok kısa sürdü, AKP ile bu işin yapılamayacağı ortaya çıktı. 7 Haziran seçimlerinden HDP’nin 80 milletvekili ile çıkmış olması AKP’nin barış oyununu bozdu ve bunun sonucunda tekrar savaş koşullarına dönüldü. 

Erdoğan’ın sarayını kurtarmak için tekrar tekrar seçim yapılıyor. Madem öyle, 7 Haziran’dan önce “HDP için artı bir oy” kampanyası yapmıştık, şimdi HDP için artı beş oy kampanyası yaparız. 80 milletvekili yetmiyorsa bu sefer 100, 120 milletvekili girsin meclise. Barış bugün ancak devletin, ordunun silahı susturması, operasyonları durdurmasıyla mümkün olabilir. Onların böyle bir niyetini ise maalesef göremiyoruz. Her iki taraftan da bu ülkenin çocukları yönetenlerin umrunda değil. Bu sadece AKP ile de alakalı değil, Çiller’in de umrunda değildi. Siyasetin kirli oyunlarında ölen bizim çocuklarımız oluyor. Benim de bir oğlum var, kendisini askere göndermeyi aklımın ucundan bile geçirmiyorum. Benim oğlum bu vatandan daha değerli, tüm çocuklarımız bu vatandan daha değerli.

Zaten asker cenazelerinde, halkın tepkilerinde de görüyoruz, hiçbir şey eskisi gibi değil. İnsanlar artık milliyetçi söylemleri yemiyor, evlatlarının niçin ölüme sürüldüğünü daha iyi görüyor. Bu bana umut veriyor.


Savaş dilini güçsüzleştirmek zorundayız

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Uhri (DEÜ Arkeoloji Bölümü)

Ülkenin ateşini düşürmek gerek. Zira yaşanılan coğrafya, halkların birlikteliğini ve ancak bir arada yaşayarak var olabilecekleri bir geleceği dayatıyor. Birlikte yaşamak olası, bu duyguyu yaşamalı ve yaşatmalıyız. Çatışarak sorunların çözülebileceğini düşünenler, barışçıl bir gelecek tasavvurundan yoksun olanlardır. Savaş dilini fısıltıyla veya bağıra çağıra dile getiren her siyasal oluşumu güçsüzleştirmek zorundayız. Her ortamda, her fırsatta ve sözümüz, gücümüz ne kadarına yetiyorsa.


Küresel bir hal almış olan bir soruna yaklaşım bu olamaz

Yıldırım Aslan (Eğitim Sen Diyarbakır Şube Eş Başkanı) 

Emperyalist müdahalenin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirdiği bir süreçten geçiyoruz. Ama halkların da kendi yaşadıkları alanlarda özgür, eşitlikçi bir kültürde kendilerini arama süreci var. Kendi coğrafyalarında bir yaşam mücadelesi veriyor halklar. En net bunu Suriye’de görebiliyoruz. Ortadoğu’da bugün iki farklı anlayışın çatıştığını söyleyebiliriz. Bir yanda demokrasi, eşitlik, özgürlük yanlısı halkların ortaya koyduğu bir mücadele var diğer yandan da yer altı ve üstü kaynaklarını yağmalamak isteyen emperyal güçler var. Ortadoğu’nun emperyal çıkarlar doğrultusunda şekillenmesinde makas görevi üstlenen IŞİD’in de yaratmış olduğu ayrı bir travma var. Öncelikle bu tabloyu kesinlikle reddetmek zorundayız. Ortadoğu’da halkların lehine olacak bir çıkış yaratılmalı. Bütün ulusların kendini yaşattığı, kendini bulduğu bir sistem yaratılmalı. Bunun adı Suriye’de kantonlardır. Türkiye sahasında Kuzey Kürdistan’da demokratik ulusun egemen kılındığı bir yapılanmadır. Ancak Türkiye’yi yönetenler bu yapılanmalara karşı tahammülsüzlüklerini sürekli gösteriyorlar. Özellikle 5 Nisan’dan sonra Sayın Öcalan’la görüşmelerin kesilmesi bu tahammülsüzlüğün bir parçasıdır. Kim ne derse desin Öcalan tüm Kürdistan sahasında rolü olan ve değerlendirmeleri talimat olarak değerlendirilen bir önderdir. Onun halkıyla arasına mesafe konulması savaşa, kana, gözyaşına bir şekilde davetiye çıkarıyor.

Öte yandan Türkiye’de 7 Haziran seçimleriyle birlikte deklare edilen bir irade oldu. Ancak AKP ve Erdoğan cephesi tekçi ve otoriter bir tutumla bu durumdan oldukça rahatsızdır. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sloganı halka savaş ilanı olarak geri döndü. Bu aşamada yürütüldüğü söylenen çözüm sürecinin de AKP ve Erdoğan açısından bir tehdit etme şeklinde yürütüldüğü anlaşılıyor. Ancak Ortadoğu’daki gelişmeleri gözetmeyip kendi kişisel iktidarı için hamleler yapan Erdoğan bu toplumun altına dinamit koyuyor. Çünkü Kürt sorununun çözümü özellikle Rojava ile birlikte sadece Kuzey Kürdistan’ı kapsamaktan çıktı. Bir bütün olarak Kürtlere barışçı bir tutumla yaklaşılmalı. Küresel bir hal almış olan bir soruna yaklaşım bu olamaz. Halkların lehine çözüm mekanizmalarının gelişmesi gerekiyor ve herkesin var olan demokratik kazanımları kabul etmesi gerekiyor.

45 GÜN BİR TİYATRO SEYRETTİK

Şimdi yeniden seçimlere gidilen bir süreç var. 45 gün boyunca bir tiyatro seyrettik. Bunun kararı demek ki 7 Haziran akşamı verilmiş durumda. Bu tiyatro karşısında siyasetin bir acziyeti söz konusu. CHP’nin, MHP’nin kısmen de HDP’nin bir seyredişi var. Ancak gelinen aşamada ölümlerin olmaması için demokrasi güçleri daha güçlü bir siyaset yürütmek zorunda. Bunu yaparken de bölgeye takılı kalamadan uluslararası bir siyaset yürütülmeli. Halkın sarayın çıkarları için yürütülen savaşa büyük bir tepkisi var. Fırat’ın batısına giden asker cenazelerinde aileler bu durumu kabullenmiyor. Yoksul halk çocuklarının öldüğü bir ortamda insanlar bunun hesabını soracaktır. Öte yandan da Kuzey Kürdistan’da özerklik açıklamaları yapılıyor. Bu durumun Türkiye kamuoyu tarafından iyi anlaşılması gerekiyor. Bizim de burada görüştüğümüz insanlar şunu söylüyor; ‘Devlet burada yok. Biz ölüyoruz burada. Devlet yapılanlara seyirci kalıyor, kimseden hesap sormuyor. Dahası devlet kendi eliyle katliamlara girişiyor.’ Yani ‘90’ları aratan bir süreç işletiliyor. Açıkçası savaşın, yok olmanın, tekçi zihniyetin dayatıldığı bir devlete karşı bu halk ne yapacak? Bütün kurumlar, yapılanmalar da bunun farkında. Ahlaksızca bir savaş stratejisi yürüten mekanizmayı halk kesinlikle kabul etmiyor. Bugün herkes savaşın yaratmış olduğu bilinçle kendi değerlerini koruma arayışında. Dolayısıyla özerklik çıkışlarını da böyle algılamak gerekiyor. Bu noktada Kürt halkı demokratik, barışçı, eşitlikçi, özgürlükçü cepheyi büyütmede bir arayış içerisindedir.

ÖNCEKİ HABER

Çipras’ın ihaneti sol içinde ciddi tartışmalar yarattı

SONRAKİ HABER

Bilimi bırak ranta bak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...