23 Ağustos 2015 04:16

Mesele kıl, tüy değil… Siz hâlâ sakaldaki siyaseti anlamadınız mı?

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

IŞİD’çi olduğu zannedilmesin diye sakalını kesen gençler ya da oyuncu Fahriye Evcen’in “Erkek dediğin sakallı olur” sözü üzerine “Sakal bana yakışır mı” diye düşünmeye koyulanlar bir yana; sakalın aslında siyasi bir tarihi olagelmiştir. Bakmayın siz geçen sezon Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav’ın “Burası imam hatip mi, kesin şu sakalları” deyip takımı sinek kaydı hale getirmesine. Sakal, hafife alınmayacak bir demokrasi mücadelesi örneği olabiliyor…
IŞİD’in videolar, fotoğraflar aracılığıyla katliamlarını servis etmesi ve bir yandan da propaganda savaşı yürütmesi; sakallı kimi gençleri tedirgin etti. Üstelik burjuvazi “yuppieler”, “bobolar” gibi tipler aracılığı ile sakalı tekrar “popüler” hale getirdi. İlginç giyim tarzları ve pek uzun sakallarıyla “yuppieleri” ya da “boboları” görenler Yılmaz Güney’in meşhur sözünü hatırlıyor olsa gerek: “Bizim parasızlıktan kesemediğimiz sakalı serseriler moda diye bırakıyor.”
Dünden bugüne, yaşadığımız coğrafya sakala öyle siyasi anlamlar yüklemiştir ki, bu “terör” ile burjuvazi geleneklerinin arasında sıkışıp kalamayacak kadar ciddi bir konudur.

DEMOKRASİ İÇİN SAKAL BIRAK

TI2 Mart 1994, demokrasi tarihi açısından kara bir sayfaydı. O gün, dönemin DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmış, dahası Mecliste adeta yaka paça gözaltına alınmışlardı. O süreçte DEP milletvekili Orhan Doğan da cezaevine giren isimlerden biriydi. Orhan Doğan, olup bitenler karşısında bir tepki olarak sakal bırakmaya karar verdi. Hukuksuzluk giderilinceye dek sakal bırakacak, demokratikleşme yolunda tatmin edici adımlar atılıncaya dek sakallarını kesmeyecekti. Orhan Doğan, 2007 yılında vefat etti. Öldüğünde, demokratikleşme konusunda ne yazık ki umulan noktaya gelinmemişti. Hayata gözlerini yumduğunda hâlâ sakallıydı.
Protesto için sakal bırakan yalnızca Orhan Doğan değildi elbette. Sakalını siyasi bir eylem olarak bıraktığını açıklayan bir diğer isimse Ahmet Kaya’ydı. Ahmet Kaya, neden sakal bıraktığını katıldığı bir televizyon programında şöyle özetliyordu: “İnsanların çektiği eziyetler bir gün bitene kadar, ben bu sakalları kesmeyeceğim. Hasbelkader kendi çapımda başka bir şey yapamadığım için sakal uzatıyor ya da şarkı söylüyorum. Ne yapayım başka?” Ahmet Kaya’nın mücadelesi de ölene dek sürecekti…

SAKALINI KESMEDİ İŞİNDEN OLDU

Ahmet Kaya’nın sözünü ettiği eziyetin Türkiye’de en çok yoğunlaştığı dönemlerden biri de kuşkusuz 12 Eylül’dü. Darbe, bu süreçte üniversitelerin de üzerinden sık kullanılan tabirle, “silindir gibi geçiyordu.” Darbeciler, kendi düzenlerini yerleştirme adına bir tektipleştirme operasyonuna başlamışlardı. Hem muhalifleri daha seçilir hale getirmek, hem de kovma bahaneleri üretme açısından eldeki bahanelerinden biri de sakaldı. O dönemde öğretim üyesi olan Emre Kongar’dan sakalını kesmesi istendi. Konunun sakal olmadığı, darbe döneminin bir tür yıldırma politikası olduğu belliydi. Kongar, “Sakal benim eşimin egemenlik alanıdır, devletin egemenlik alanı değildir” dedi. Sakalını kesmeyi reddetmişti. Koşullar gün geçtikçe daha da ağırlaşıyordu. Nihayetinde 15 Şubat 1983’te askeri rejimin üniversitelerdeki uygulamalarını protesto etmek için istifa etti. Bazı akademisyenlerse sakal konusunda daha farklı bir tutum sergilemişti. Fethi Naci, Sencer Divitçioğlu ile ilgili bir anısını şöyle aktarıyor: “Bir gün Prof. Sencer Divitçioğlu’ya rastlamıştım. 1982 sonlarıydı. Ve Sencer’i yıllar sonra ilk kez sakalsız görüyordum. Nedenini sordum. Resmi bir belge için fotoğraf çektirmesi gerekmiş; üniversite, sakallı fotoğraf kabul etmiyormuş. O da sakalını kestirerek fotoğrafı çektirmiş ve gene sakal bırakmaya başlamış.” Fethi Naci, bu trajikomik duruma dair şu yorumu yapıyordu: “Bir İngiliz romancısının sözünü anımsıyorum: ‘Gerçeği söylüyorum; bana ‘Espri yapıyorsun!’ diyorlar.”

DEMOKRASİNİN YASINI TUTMAK İÇİN SAKAL

Tabii burada bir de parantez açmamız gerekiyor. Sakal kadar, sakalsızlık da siyasi baskılara neden olabiliyordu. Şinasi, ilk özel gazete olarak anılan Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkardığı süreçte bir yandan da memuriyet hayatını sürdürüyordu.  Tanzimat aydınları arasında adı anılan Şinasi, eleştirel yazıları nedeniyle zaman içinde rahatsızlık yaratmaya başladı. Sadrazam Âli Paşa, Şinasi’yi Meclis-i Maarif’teki görevinden aldı. Bahanesi hazırdı, Şinasi sakalsızdı. Memet Fuat, Şinasi’nin kovulmasını şöyle yorumluyordu: “Aslında Şinasi’nin sakalını kesmesi, alafrangalık ya da geleneklere başkaldırma değildi. Bir sakal hastalığı (herhalde bir tür mantar hastalığı) yüzünden, Paris’te doktorlar sakalını kesmesi gerektiğini söylemişlerdi.”
Sakala özgü anekdotlara bir ironi ile son verelim. 2013 yılında Sırrı Süreyya Önder bir süre sakal bırakır. Önder’in sakallı halini gören Kemal Kılıçdaroğlu “Bu sakal ne böyle” diye sorar. Önder’se  “Sosyal demokratların yasını tutuyorum” yanıtını verir.
İster yuppie’lerinki gibi moda niyetine olsun, ister salt üşengeçlik, sakalın görünenden ciddi anlamlar taşıdığını hatırlatalım. IŞİD’çilere benzemekten korkarak sakalını kesenlere ise Kaygusuz Abdal’ı salık verelim:
“Var mı bunda bir hatam gayrı gönülden atam/ Çok mu gelir bir tutam bu sakalı kırkarım.”

ÖNCEKİ HABER

İnternet dezenformasyonlarında yeni dalga

SONRAKİ HABER

Arkeolog nasıl ölmek isterdi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa