02 Ağustos 2015 02:52

‘Sessiz demokratlar’ için deniz bitiyor

Ya yeni savaş konseptine ve artan otoriterliğe karşı sessiz kalıp, kazanımlarının ve konforlu alanlarının birer birer ellerinden alınışını izleyecekler ya da Kürt hareketi ve demokrasi güçleriyle ‘ama’lı ve ‘fakat’lı da olsa barış için birlikte hareket etme kararlığını gösterecekler.

Paylaş

Şenay AYDEMİR

Türkiye’de Cumhuriyet rejiminin temel saikleriyle konforları ve yaşam tarzları garanti altına alınmış bir kesim var(dı). Ağırlıklı olarak eğitimli/orta sınıflardan oluşan bu kesim, ülke nasıl bir konjonktürden geçiyor olursa olsun, korunaklı alanlarında kalmayı yaşam tarzlarına dokunulmadığı sürece de oradan kafayı çıkartmayı pek düşünmedi. Türkiye’nin siyasal tarihinin son elli yılında, ‘68 isyanına ‘uzaktan sempati’, 70’li yılların devrimci mücadelesine ise ‘ruhen destek’ vermek gibi ‘politik olmaya’ yakın oldukları anlar olmadı değil. Ama bu desteklerin bile ancak konformist alanlarının sınırına kadar gerçekleştiğini; her iki döneminde kanlı darbelerle bitirilmesine verdikleri sessiz onaydan anlamak zor değil.

Ülkede sol, sosyalist geleneğin hırpalanmasına karşı kendi güvenlikli alanlarında duydukları öfke ve kahır; yaşam tarzlarının biricik koruyucusu olduğu yanılsaması yaşadıkları ordunun varlığına duydukları şükrandan daha fazla değildi ne yazık ki. 70’li yıllarda bir biçimiyle sol/ sosyalist siyasetin ucundan tutmuş olanlar bile, ‘80 darbesinin ardından politik argümanları bir yana bırakıp tavizsiz bir laiklik söyleminin,darbeciler tarafından yeniden kurgulanmış Kemalizm ideolojisiyle buluştuğu noktada konformizmi yeniden üretebileceğini keşfetti. Seküler, laik ve batı tipi demokrasi yanlısı olmak ev sohbetlerinde, yazlık bahçelerinde, fazla abartılmamak koşuluyla gazete köşelerinde dillendirildiği sürece bir sorun teşkil etmiyordu.

MODERNLEŞME VE İLERLEME

Darbe sonrasının Özallı yıllarında yükselen liberalizmin, büyüyen ‘özel sektörün’ nimetlerinden en fazla yararlananlar da onlar oldu. Çünkü ülkenin en iyi eğitim almış, ‘modernleşme ve ilerleme’ eğilimlerine en hızlı adapte olan kesimini onlar oluşturuyordu. Böylece ‘politik’ olarak var olan orta sınıf ruhu, artık ekonomik olarak da karşılığını buluyordu. Yükselen piyasaların yarattığı yeni iş olanaklarının kabarttığı iştahlarıyla birlikte çocuklarını her türlü politik dil ve söylemden itina ile uzak tutarak yetiştirdiler. Dışarıda darbe koşullarına karşı yoksul emekçi çocukları amansız bir mücadele yürütürken, bu mücadeleye alttan alta sempati duyulsa da konforlu alan her defasında yeniden güçlendirildi. “Biz anne babalarımızın korkularıyız” diyordu bir arkadaşım, 90’lı yılların sonunda politikleşmeye başladığı üniversitede ailesiyle yaşadığı gerilimi anlatmak için. Devlete karşı hissettikleri korku ve saygının yarattığı ruh halini çocuklarına yansıttılar ister istemez.

POLİTİK TUTUM/ POLİTİKA DIŞI

Tam da bu dönemde başlayan Kürt silahlı mücadelesi ‘terör, bölücülük, Misak-ı Milli’ gibi propagandalarla bir canavara dönüştürülürken konforlu alanda yarattığı tedirginlik, huzurun bozulacağına dair korku kendisi gibi olmayan herkese mesafeli, ‘Cumhuriyet ilkeleri’yle örtüşmediğini düşündüğü her şeyi düşman olarak gören bir hâkim bakışı inşa etti. Buna bir de 90’lardan itibaren yükselişe geçen siyasal İslam eklendiğinde, bir yanda ‘şeriat’ öte yanda ‘bölünme’ paranoyasıyla ülkenin biricik kurtuluş umudunun ‘asker’ olduğu yanılsamasına sımsıkı tutunmak zorunda hissettiler kendilerini. Gettolarında huzur içerisinde yaşayabiliyor olmanın, yaşam tarzlarına fazla karışılmıyor oluşunun bu politik tutumdan kaynaklandığı ve bizzat rejim tarafından garantiye alındığı ise bir yanılsamadan ibaretti kuşkusuz. Bu zümrenin ‘politik’ tutum olarak kendisine kodladığı şey aslında tam da ‘politika dışı’ olmalarıydı ve öyle de kaldıkları sürece kimse onlara dokunma ihtiyacı hissetmiyordu. Ancak, Sivas katliamı, Uğur Mumcu cinayeti gibi çok can yakıcı olaylarda güvenlikli alanlarını terk edip sokağa çıktı bir kısmı birkaç saatliğine de olsa. Ama bu tepkiler hiçbir zaman politik bir omurga oluşturmadı.

CUMHURİYET MİTİNGLERİ - GEZİ VE ÖNYARGININ KIRILMASI

Sarsılmaz bir sadakatle bağlanılan ordunun yarattığı güven ve 3-4 yılda bir sandığa gidilerek CHP’ye atılan oy ile sürdürülebilir ve güvence altında tutulabilir olduğu varsayılan bu yaşam tarzı için de işlerin hiç de iyi olmadığı bir noktadayız artık. Çatışmalarda yoksul Türk ve Kürt çocukları hayatlarını kaybederken resmi devlet tezine sımsıkı sarılanların, Batı’daki cezaevlerinde devrimci gençler katledilirken evlerinde gazetelerini okuyup iç geçirenlerin, 13 yıllık AKP iktidarının ardından gelinen noktada güvende hissedecekleri bir yer kalmadı.
Bir kısmı mesafeli durmayı tercih etse de, ‘Ordu göreve’ pankartlarıyla düzenlenen ‘Cumhuriyet mitingleri’nin bu korkunun ufak ufak hissedilmeye başlandığının göstergesi olduğunu söyleyebiliriz pekâlâ. Korkunun isyana dönüştüğü yer ise hiç kuşku yok ki ‘Gezi’ idi. Temel olarak ‘yaşam tarzlarına’ ve güvenlikli alanlarına yönelik müdahale ve hedef göstermelere karşı biriken öfkenin; AKP iktidarının siyasal alandaki baskılarına karşı yürütülen politik mücadelenin unsurlarıylabirleştiği bir yerdi Gezi. Türkiye tarihinde belki de ilk kez, sol/sosyalist hareketler ve otonom örgütlerle bu kadar içli dışlı olmuşlardı. Kürt hareketine mesafelerini korudular belki ama en azından önemli bir kesimde önyargılar kırılmaya başladı.

HDP VE  EZBER BOZULMASI

HDP’nin Gezi bileşenlerinin ve taleplerinin önemli bir kısmını da kapsayarak Kürt hareketiyle birleştirici bir unsur olarak ortaya çıkması yalnızca iktidar açısından değil, ‘apolitik’ olmayı bir politika haline getirmiş olanlar için de ezber bozucu bir etki yarattı. Seçim öncesinde HDP’nin AKP ile işbirliği yapacağına dair ‘ulusalcı cephe’den yapılan propagandaların bu kesim üzerinde hatırı sayılır bir etki yarattığı da gözlendi. Ama oy vermeseler dahi önemli bir kesiminin HDP’nin söylemine açık olduğu da başka bir gerçek. Şimdiye kadar konforlu alanlarının devlet güvencesinde olduğunu düşünenler için bunu tahkim etmenin biricik yolu ‘sandık’ olarak görülüyordu. Dolayısıyla AKP’nin geriletilmesinin yöntemi olarak sandık iyi bir araç olarak kullanıldı ve sonuç alındı.

7 HAZİRAN SONRASI

Oysa geldiğimiz aşamada 7 Haziran için ancak “Bu daha başlangıç” tespitini yapabileceğimiz çok dana netleşmiş görünüyor. Seçimin üzerinden neredeyse iki ay geçmiş olmasına rağmen, istifa etmiş bir hükümet ve yetkisi olmayan bir Cumhurbaşkanı ülkeyi açık bir savaşa doğru sürüklerken; içeride de koşulları giderek sertleştiriyor. IŞİD için başlatıldığı söylenen operasyonlar, ona karşı mücadele edenlere karşı gerçekleştiriliyor. Sendikalar, kitle örgütleri basılıyor. Muhalif basın hedef gösteriliyor. Birkaç yıldır süren çatışmasızlık sonlandırılmak isteniyor. Bugüne kadarki konforlarını aslında ‘apolitik’ olmalarına borçlu olanlar, uzun süre kendilerini devletin gerçek sahibi olarak görenler büyük bir şaşkınlıkla ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyor. Laik, seküler ve ‘demokrat’ olmak gibi sıfatları kimliklerinin önüne koymaktan mutluluk duyanlar, giderek totaliterleşen iktidar ve Kürt hareketi ile birleşen demokrasi güçlerinin -belli ki zorlu geçecek- mücadelesi kızışırken etkisiz eleman olmanın paniğiyle öylece kalakalmış durumda.

DEVLET GÜVENCESİ DEVLET TEHDİDİNE DÖNÜŞTÜ

Kürt hareketine karşı IŞİD’i utangaçça, iktidarın Kürtlere yönelik saldırılarını ise sevinç nidalarıyla destekleyen ulusalcı azgınlığı bir kenara bırakalım. Ama uzun yıllar boyunca ‘devletin korumasında’ olduğunu düşünen ‘sessiz demokratlar’, devletin aldığı yeni form karşısındaki çaresizlik ile Kürt hareketi/demokrasi güçleri ile birlikte hareket etme utangaçlığı arasında bir yerde şimdi. Ama deniz bitti! Var olduğunu sandıkları ‘devlet güvencesi’nin yavaş yavaş ‘devlet tehdidi’ne dönüşmesiyle birlikte ortada kala kalmış görünüyorlar. Üstelik CHP’ye oy vermek dışında ‘örgütlü’ olarak ortak hareket ettikleri hiçbir alan olmadığı için de kendilerini yalnız ve çaresiz hissediyorlar. Haklı olarak kaygıları büyüyor, korkuları artıyor. Bu yüzden seçimden önce HDP’ye oy vereceğini söyleyen tanıdıklarına “Sizi kandırıyorlar. AKP ile anlaştılar” diye tedirginlik salanlar bile olası bir AKP-CHP koalisyonunu dört gözle bekliyor. Bu seçeneğin ‘güvenlikli alanlarını’ yeniden tahsis edeceğine, eski ‘sakin’ günlerin geri geleceğine, yaşam tarzlarının bir süre daha güvence altında olacağına inanmak istiyorlar. Bu, ihtimal dahilinde. Ama aksi durumda önlerinde iki seçenek kalıyor: Ya yeni savaş konseptine ve artan otoriterliğe karşı sessiz kalıp, kazanımlarının ve konforlu alanlarının birer birer ellerinden alınışını izleyecekler ya da Kürt hareketi ve demokrasi güçleriyle ‘ama’lı ve ‘fakat’lı da olsa barış için birlikte hareket etme kararlığını gösterecekler.

ÖNCEKİ HABER

Barışın çocuklarıyız

SONRAKİ HABER

#kirlimedya savaşın suç ortağı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...