02 Ağustos 2015 05:21

Savaşa dur demezsek kadınlara ‘sus’ demenin doğallaştığı bir döneme gireceğiz

Arınç’ın 'bir kadın olarak sus' çıkışına 'barış için susmayacağız' diyen kadınların tepkisi sürüyor. Savaşın, kadın sözünün duyulmadığı, kışkırtılmış erkekliğin önce kadınlara saldırdığı bir dönem olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Nazan Üstündağ, savaşa izin verilirse sadece kadınların değil, tüm toplumun sesinin bastırılacağı bir döneme girileceğini söylüyor. Üstündağ, Sevda Karaca’nın sorularını yanıtladı. (Fotoğraflar: Erdost Yıldırım)

Paylaş

Sevda KARACA

Mecliste,  yaşanan saldırıların konuşulması için düzenlenen özel oturumda, alamet-i farikası kadın cinsine düşmanlık olan iktidar sözcülerinden Bülent Arınç, HDP vekili Nursel Aydoğan’a “bir kadın olarak sus” buyurdu. Kadınların içeride ve dışarıda yürütülen savaş politikalarına en önde “hayır” dediği bir dönemde bu “sus” ihtarı, savaş süreçleri inşa edilirken kadınlara biçilen rolün “samimi” bir itirafı gibiydi: Beyler memleketin geleceği için ne söylerse, kadınlar susup onay vermeli!

“Bir kadın olarak sus” cümlesinin geçmişine ve geleceğine bakıp, savaş tamtamlarını çalanların kadınları neden ve nasıl bir sessizliğe mahkûm etmeye çalıştığını anlamak lazım. Çünkü bu buyruk, sadece kadınlar için değil, barışı hak eden tüm bir toplum için büyük bir tehdit.

Müzakere süreçlerinde kadınların rolü ve kazanımları üzerine önemli çalışmalar yapan, dünya deneyimlerini inceleyen, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Nazan Üstündağ, savaşın kadın sözünün duyulmaz, varlığının görülmez olduğu, kışkırtılmış erkekliğin kadınlara da saldırdığı, onları hiçe saydığı bir dönem olduğunu ifade ediyor. Ve eğer kadınların mücadelesi, demokrasi mücadelesi ve barış mücadelesi bir arada örülmezse, bu buluşmayı görünür kılan cesaretli, toplumsal eylemler yapılmazsa yalnızca kadınların değil, tüm toplumun “sus” denilerek hizaya çekileceği dönemin yakın olduğunun altını çiziyor.  

Çözüm süreci bitti mi, bitmedi mi, savaşın neresindeyiz, barış ne kadar uzağımızda sorularının her gün yeni ölüm haberlerinin gölgesinde giderek ağırlaşarak sorulduğu günlerden geçiyoruz. Size soralım, savaşın ya da barışın neresindeyiz bugün?
Çok zor bir soru. Bir yanıyla, evet, çözüm süreci bitti. Yani eski şekliyle eski şartlar ve aktörlerle yürümesi eskiye dönülmesi mümkün gözükmüyor. Bu savaşın aslında HDP’ye açıldığına dair analizlere katılıyorum. Yani HDP olmasaydı belki süreç sürerdi. Ancak HDP’nin sürecin baş aktörü olma ihtimali, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin meşru ve güçlenerek sivil yaşamda süreme ihtimali ve bunun kazanarak AKP’nin yolsuzluklarını ve derin ilişkilerini ifşa etme ihtimali zıvanadan çıkarttı hükümeti. O yüzden bir hükümet değişikliği, bir kez daha ciddi bir sandık darbesi olmadan nasıl yeniden masaya oturulur, emin değilim. Biraz da uluslararası konjonktür belirleyecektir belki ama Türkiye’de düşük yoğunluklu savaş ve anti demokratik baskı ve uygulamaların kimseyi fazla da ilgilendirmediği kanısındayım.
Öte yandan dünyada başlayıp devam etmeyen hiç bir süreç de yok. Eninde sonunda tekrar masaya oturuluyor. Ancak talepler değişmiş oluyor, ittifaklar, muhataplar... Savaş bir kez çıktıktan sonra bir şekilde sivillerin, halkın kazanmasıyla sonuçlanmalı. Örgüt ve devlet arasında pat hali olabilir, bir daha fazla kayıp verebilir. Ama mesele demokrasi ve özgürlük güçlerinin boyun eğmemesi, kazanmasıdır ki muhataplık, talepler, ittifaklar bu minvalde olsun.
 
Suruç katliamı, asker ve polis cenazeleri, çözüm süreci bitti tartışmalarının ardından 90’lara mı dönüyoruz sorusu da gündemde. 90’lara dönüyor muyuz? Bugünü 90’lara benzeştiren ve ayrıştıran nedir?
90’lara dönüyoruz tabi bir çeşit. Çünkü devlet yeni bir derin yapılanma içinde. 80’lerin derin devlet yapılanması Kıbrıs çıkarmasından, 90’larınki Balkanlar karmaşasından beslenmişti. Aynı şey bugün Suriye üzerinden oluyor. Aynı şekilde güçsüzleşmiş bir iktidarın iktidar kazanmak için totaliterleşmesi, hiç bir kimsenin ölümünün aydınlatılmaması, Kürdistan coğrafyasının istibdad ve şiddet rejimiyle diğer yerlerden koparılması, aynı şekilde Gazi, Okmeydanı gibi bazı mahallelerin aynı kopartmaya maruz kalması... Savaşın tam da işçi ve kadın mücadelelerinin büyüdüğü bir döneme denk gelmesi. Bunlar benzer yanlar.
Benzemeyen ya da benzemeyeceğini umduğumuz şey bizlerin durumu. Bu sefer ortak mücadele için daha oturaklı ve kalıcı kurumlar oluşturmuş olduğumuzu, barış mücadelesinden öğrenmiş olduğumuzu umuyorum. Mücadele araçlarının daha toplumsallaşmış olduğunu düşünüyorum. Uluslararası alanda en azından muhaliflerle daha kapsamlı ittifaklarımız olduğunu düşünüyorum.
İki şey daha: Biri ortada daha başka bir gençlik var. Daha az travmatik. Ne olursa olsun asker istibdadından uzak büyümüş, dünyayla daha ortaklaşmış bir gençlik var. Bir de son bir kaç yıla bakarsak herşey çok çabuk denenip harcanıyor. Savaş seçeneğinin de çok çabuk denenip tüketileceğine dair umudum var.
Tabi kötümser olmak için de sebepler var; o da dört bir yanımızın iç savaşla çevrili olması. Ortadoğu kabuk değiştiriyor. Bu çok kanlı bir biçimde gerçekleşiyor. Belki biz de bundan payımızı alacağız. Bilemiyorum.
PKK açısından durum daha da komplike. Şimdi bambaşka bir coğrafi etkinlikte ve farklı bir ideoloji içindeler. Bu onların da seçeneklerini arttırırken bir yandan da Türkiye’nin bu son darbesi onları da daha yıkıcı bir psikolojiye sürükleyebilir. Özellikle Öcalan’ın süren tecriti ile de birleşince.
 
Kadınlar açısından çatışma sürecinin yeniden başlaması ne anlama gelir?
Kadınlar açısından durum çok kritik. Savaş kadınlar açısından da yıkıcı ama bundan daha önemlisi kadın sözünün duyulmaz, varlığının görülmez olduğu kışkırtılmış erkekliğin kadınlara da, saldırdığı onları hiçe saydığı bir dönem.
Bakın siyasetçiler arasında en çok kadınlardan hoşlanılmıyor. Gündelik hayatta da başka grupları susturmaya, acıtmaya yönelik tüm meşrulaşmış duygu birikimleri aynı şekilde kadınların üstüne boca edilir. Önce onlara had bildirilir. Önce onlar harcanır. Buna karşı birlik olmamız, uyanık olmamız gerek. Bu deneyim var zaten kadın hareketlerinde. Şu da unutulmamalı, şu an özellikle Kürt kadın hareketi çok güçlü ve Türkiye’de ciddi ittifakları var. Şunu iyi anlamak lazım, biz barış gelsin derken bunu analar evlatlarını kaybetmesin, kan akmasın diye demiyoruz sadece. Bize yer açılsın, sesimiz duyulsun, mücadelemizi sürdürecek zemin olsun diye de söylüyoruz. Barış derken kadınların vicdanlarından çok, çıkarlarını savunuyoruz.

Türkiye’nin Ortadoğu savaşının bir cephesi olma yolunda ilerlediğini söylüyorsunuz. Bu “cepheleşme”nin bölge ve dünya kadınları açısından anlamı ve sonuçları ne olacak?
Korkunç olacak. Elbette sadece kadınlar için değil herkes için. Ancak her kaostan ümit devşirmek de gerek. Denenmemiş yaratıcı cesur yollar, uzun dönemli ittifaklar, mutabakatlar, devletsiz çözümler bulmak için de bir fırsat var önümüzde. Kesin olan, zaten Türk erkekliğinin -ağlamaları, çıkışları, aşağılamaları, kararsızlıkları, dayılanmaları ve sonra geri basmaları ile- tüm semptomlarının vücut bulduğu Bülent Arınç kimliğinden de gördüğümüz gibi kadınları susturmanın, yok saymanın doğallaştığı bir döneme gireceğiz. Buna karşı durmak gerek.
Bu ancak laik-Müslüman-Alevi-Türk-Kürt tüm kadınların mücadelesiyle ve ev içi mücadelesi, demokrasi mücadelesi ve barış mücadelesini bir arada örerek olur. Bu örmenin yanı sıra bunu görünür kılan cesaretli, toplumsal eylemler, eyleyişler gerek. Her alanı bir kadın, barış ve demokrasi mücadele alanına dönüştürmek gerek. Gerilla kadınlarla biz sivillerin birbirimize uzanmamız, birlikte karar verebildiğimiz yapılar kurmamız, mecliste keza, emek alanında keza gerek. Müslüman kadınların IŞİD konusundaki düşüncelerini merak ediyorum mesela. IŞİD’e kadın katılımının çok olduğunu duyuyoruz. Bunu anlamadan Ortadoğu da büyük bir kadın cephesi nasıl kurulur sorusuna tam da cevap veremeyebiliriz. Gene de bunların hepsi yapılabilir şeyler. Özellikle tam da her şeyin değiştiği dengelerin değiştiği bu tür dönemlerde.

SURUÇ KATLİAMI ADIM ADIM HAZIRLANDI

Suruç katliamının, müzakere sürecinin bugün geldiği aşama açısından nerede durduğunu düşünüyorsunuz? Kim var bu katliamın arkasında sizce?
Suruç katliamının devletten ya da devletin belli bazı kurum ve aktörlerinden bağımsız gerçekleşebileceğini sanmıyorum. Dink suikastına, Diyarbakır mitingi bombalamasına, Reyhanlı katliamına çok benzer karakteristikler var. Ne yazık ki gene bunlar gibi karanlıkta kalacak bir katliam olma ihtimali kuvvetli. Ancak tarih özellikle Türkiye tarihi bize bu tür katliamların rastlantısal olmadığını gösteriyor. Diyelim ki rastlantısal. Bu dahi şu gerçeği değiştirmez. Türkiye’nin içinde bulunduğu gerilim, polisin sola, Kürtlere, gençlere duyduğu öfke, IŞİD ve diğer grupların Türkiye’de rahatlıkla gezinmeleri, sınırların silah ve militan geçişine açık olması, Kürt bölgelerinde Adıyaman gibi yerlerdeki radikal İslami örgütlenmelerin özellikle cemaat sonrası dönemde yaygınlaşması ve kontrolsüzleşmesi, devlet ve hükümet yetkililerinin sürekli olarak hedef gösterici konuşmalar yapması; tüm bunlar belli kesimler için ciddi bir savunmasızlık ve güvensizlik ortamı oluşturuyor. Suruç katliamı planlı değilse dahi bu atmosferin ürünüdür.
Aynı şekilde olay gerçekleştirildikten sonra bizlerin duyduğu öfke de ancak HDP’nin seçimlerde maruz kaldığı saldırılar, Kobane olayları, Kobane katliamı, barış sürecinin sürekli yokuşa sürülmesi ve nefret nesnesi olarak resmedilmemizle beraber açıklanabilir. Yani katliamın olması ve böylece bu katliamın süreci bitirmesine yönelik tüm duygular, akıl yürütmeler hazırdı zaten.
Aynı şekilde örneğin Berkin Elvan olayını düşünün. Ya da gene Dink olayını. Devlet görevlilerinin, suçluların bir türlü vicdanı rahatlatacak şekilde hesap vermemesi de bu eyleme intikam ve misillemeyle karşılık verilmesine uygun bir ortam oluşturuyordu. Çok çok daha acı olmasına rağmen her zaman okullardan bildiğimiz “I. Dünya Savaşı’nı çıkartan Sırp prensin öldürülmesi” benzeri bir durum.

SAVAŞ KARARINA RAĞMEN KADINLAR BARIŞTA BULUŞABİLİR

Süreç ipin ucunda sallandırılmaya çalışılırken kadınlar barış yolunda tarafları adım atmaya zorlamak için neler yapabilirler? Dünya örneklerinden Türkiyeli kadınlar nasıl sonuçlar çıkarabilir?
Çok şey yapabilirler. Ama bunu ancak toplumsallaşarak yapabilirler. Kürt kadınları zaten her gün yapıyor. Canlı kalkan olarak, savaş sahalarına yürüyerek, cenazelerine sahip çıkarak. Barış İçin Kadın Girişimi de yapmaya çalışıyor. Ancak meclis içinde kadınların birleşememesi önemli bir sorun. Yani keşke meclisten barış için bir kadın deklarasyonu çıkabilse. Aynı şekilde savaşa rağmen gerilla kadınlar ve Türkiyeli kadınlar bazı barış prensiplerinde anlaşabilir ve bunu yürürlüğe koyabilirler. Ancak bu tam bir eşitlik içinde gerçekleşir ve taraflar mutabakatı önceleyebilirlerse olur. Yani birbirlerine dayatmalarda bulunmazlarsa. Bunun gerçekleştiği örnek Burundi’de, Guatemala’da kısmen İrlanda’da var. Yani sadece barış istemek yeterli değil. Barışın politikası konusunda ortaklaşmak da gerek.
 
Barış sürecinin çok kırılgan olduğunu gösteren, “bitti, geri dönüş yok” denilirken kadınların çabası ve müdahalesiyle yeni bir hatta giren müzakere süreçleri örnekleri var mı dünyada?
Afrika’da var. Kadınların erkeklere rağmen mutabakata vararak ortak hareket ettiği ve taslak anlaşmalarla ortaya çıktığı örnekler var. Ancak bu savaşı engellemiyor. Belki bittiğinde yaraların daha çabuk sarılmasına ortada kopukluğu giderecek bir zemin olmasını sağlıyor.

ÖNCEKİ HABER

Diplomalı işsizliğinde patlama kapıda!

SONRAKİ HABER

Ağrı'da katledilen Göktürk'ü binler uğurladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...