24 Mayıs 2015 03:49

Mahal ve Duvar

İçime bir huzur çöktü. Kabasını bitirip bir müteahhit ile anlaşmanın en iyisi olduğunu düşündüm. Bu çöküntünün altından tek başıma kalkabileceğimi düşünmüyorum. Ki bu nedenle suyun altına itiyoruz Galiba kederimizi.

Paylaş

Fevzi ÖZLÜER

Sancak Mahallesi yavaş yavaş boşalıyordu. Ankara’nın göbeğinde kalmış yerleşik bir gecekondu mahallesi. İki hafta önce mahalledeydim,  Onlarsa Sivas’tan geldikleri yetmiş altıdan beri..
Baharın ilk, mahallenin son düğünlerinden birisiydi,  yıkıntıların önünde yapılan. “Angara’nın Bağları” çalıyor teri soğuyacak halaylara omuz veriliyordu.  TOKİ ile anlaşan aileler evlerini “yıkımcıya” vermişler, tonozlar sökülmüş, pervazların içi boş. Mahallenin evcil kedi, köpeği ne yapacağını bilemez olmuş.  Molozlar karınlarını doyurmuyor. Bakan eden azalmış, selam veren yok.
 Kazım Abi ve güvercinleri apartmanda yaşayamayacaklarını biliyor. Bu nedenle mahallede kalmaya kararlı on dört aileden biri onlar. Ali’nin mahalleden taşındığını duyduğumda ise çok şaşırdım. İşi gücü vardı, ikinci çocuğuna gebeydi eşi. Dolmuşçuydu Esat hattında. Durakları kapatılınca Sivas’ta bir gölet şantiyesine kepçe operatörü olarak gitmiş. Bilmez o kepçe kullanmayı diyecek oldum, öğrenir abi der gibi baktılar.
Salı, Ali’yi aradım, “hayırlı olsun” şerefine.  Mor zambak gibi titrek açtı sesini.  Ben de seni  arayacaktım abi, dedi.
Göksel  ve  Selay kızları Fatma ile Selcan bir de ebeleri ile bizim gölette boğulmuşlar, dedi bastı hıçkırığı.. Nefessiz anlattı:  “Göksel, Kale Köyü’nden annesini alıp Ankara’ya doğru yola çıkmış.
Pencereyi açıp Yıldızeli dağlarını ay ışığında harman eylerken, göletin suyla doldurduğu eski yola sürmüş. Bildiği yola.. Beşi birden boğulmuş,  ay ışığına sarılmışlar, sabah ayakkabıları kıyıya vurmuş..”
Kime bir şey olmaz Ali? Bunu mu soracaktın diyemeden telefon kapandı. Kastamonu yolundaydım.
Yenice Ormanı’nın içinde ne bir hat çekerdi ne bir hatırat.. Bilirkişinin HES üzerinden karacalar için geçiş yolu bile düşünülmüş, dediği derenin kıyısında durdum. Bu hafta tam yedi Karaca düştü öldü, karşıdan karşıya geçemediler, bu dereden.  
Göl nerede başlar, yol nerede biter bilemedim. Zihin kapı duvar.
Sonra açıklamalar geldi, eve dönerken:  Karacalarımızın güvenliği bizden sorulur, karşıdan karşıya geçemedikleri iddiası asılsız bir iftiradır, münferittir. İspatlayamayan da müfteridir. Sonra bir açıklama daha geldi DSİ’den. Biz yol yapıyoruz, yeni yollar yerine eski yolları kullananlar sorumludur. Göletin önüne eski yol yapan zihniyeti kınıyoruz.  Elektrik tellerinin birleştirdiği uygarlığımız, bir imamın intiharıyla, birkaç karacanın boşlukta durma çabasıyla ve eski yola sapanlarla bozulacak gibi değildi.
İçime bir huzur çöktü. Kabasını bitirip bir müteahhit ile anlaşmanın en iyisi olduğunu düşündüm.  Bu çöküntünün altından tek başıma kalkabileceğimi düşünmüyorum. Ki bu nedenle suyun altına itiyoruz Galiba kederimizi.  Anlaşırsam bir mega kent yaptıracağım bozkırımda.
Bu insanlığın ıstırabının teknik bir mesele olduğuna da emin oldum bu sayede.  Eğer vaat edilen grafiklerin içinde mutlu olmuyorsak, duvar olmayı bilmediğimizden, beton taklidi yapamadığımızdan oluyor. Düşünsene adam sana bir “mahal” vaat ediyor, mahalle değil... Kimsin sen sümüklü salyangoz avcısı.  Yepyeni bir ev düşün. Yüksek duvarlar bölüyormuş... hay bin kunduz, ninnine...
Adam sana bir gölet vaat ediyor.Ölmemeyi değil. Gölete uçmamak senin işin... Bir proje geliştirirsin, onu da getirisin, uygularlar. Teknik bir mesele..Bir baraj vaat ediyor, elektrik üretmeyi mesela.. Bir karacanın su içeceği yeri değil.

ÖNCEKİ HABER

Tabiatı seyretmek istiyorum*

SONRAKİ HABER

İrlanda’da ‘patatesler küçük kaldığında’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...