24 Mayıs 2015 00:36

AKP, ‘AB kredisi’ni tüketti

Avrupa’da AKP’nin 13 yıllık dış politikası üzerine yapılan değerlendirmelerin çoğu gelip şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı koltuğuna oturduğu 1 Mayıs 2009’a bağlanıyor. Başka bir deyişle AKP’nin dış politikası “Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığından önce ve sonra” diye ikiye ayrılıyor.

Paylaş

DOSYA: AKP'NİN 13 YILI

Yücel ÖZDEMİR

Avrupa’da AKP’nin 13 yıllık dış politikası üzerine yapılan değerlendirmelerin çoğu gelip şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı koltuğuna oturduğu 1 Mayıs 2009’a bağlanıyor. Başka bir deyişle AKP’nin dış politikası “Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığından önce ve sonra” diye ikiye ayrılıyor.
Örneğin Almanya’nın resmi görüşü oluşturan kurumların başında yer alan “Bundeszantrale für politische Bildung” (Politik Eğitim İçin Federal Merkez) tarafından yapılan analiz, “Türk dış politikası Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı koltuğuna oturmasından sonra Alman ve Avrupa kamuoyu tarafından daha dikkatle izlenmeye başlandı. Yorumcular ve analizciler, Türkiye’nin Batı’ya mı yoksa ‘İslamcı’ yöne mi gittiğini kestirmeye çalıştılar” cümleleriyle başlıyor.
Bu yaklaşım elbette sadece Almanya’ya has değil. Değişik başkentlerde yapılan pek çok analizde benzer vurguların olduğu biliniyor. Türkiye’nin dış politikasında bir “eksen kayması” yaşanıp yaşanmadığı üzerine yapılan değerlendirmelerde yine Davutoğlu’nun ortaya attığı “komşularla sıfır sorun” ve “Stratejik Derinlik” kavramları ya da teorileri etrafında yorumlanıyor. Özellikle uzun bir süre Türk dış politikasının öncelikleri arasında yer alan AB’ye tam üyelik, Davutoğlu döneminde adeta rafa kaldırılmış ya da buzdolabına konulmuştur.

HANİ AB ÜYESİ OLACAKTIK!

Erdoğan ve ekibinin işbaşına gelmesi ve güçlenmesinde elbette bir bütün olarak Batı’nın rolü tartışmasızdır. Türkiye’nin istikrarsız siyaseti ve ekonomisinden her fırsatta şikayetçi olan uluslararası mali sermaye grupları, tekeller ve ülkeler bu nedenle, kendi çıkarlarına bağlı “istikrarlı ve güçlü bir hükümetin” kurulmasından yana tutum aldılar. 2002’deki seçimlerden önce ve bir süre sonra Erdoğan, siyasi yasaklı olmasına rağmen bu kesimler tarafından ağırlanarak desteklendi. Bunların başında elbette AB’nin etkili ülkeleri Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD geliyordu.
Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin iç politikada da karşılık bulduğu bu dönemlerde, AB başkentlerinde yapılan açıklamalarda AKP hükümetine pek çok kez “siyasi ve ekonomik alanda sağladığı ilerlemelerden” ötürü tam destek verildi. Denilebilir ki, bu destek 17 Aralık 2004’te zirve yaptı. Brüksel’de yapılan AB Zirvesi’nde Türkiye’yle müzakerelerin başlatılmasına resmen karar verildi ve bu tarih bir dönemeci oluşturuyor.
17 Aralık 2014’te verilen karar Erdoğan ve ekibi tarafından “tarihi zafer”, “AB’nin kapısını araladık”... şeklinde değerlendirilmiş, ülkede adeta bayram ilan edilmişti. Erdoğan ve ekibini karşılamak için törenler düzenlenmişti. 18 Aralık günü yayımlanan gazetelerin manşetleri de aynı eksendeydi.
En önemlisi de o dönem Türkiye’nin 10 yıl içinde AB üyesi olacağına dair türlü türlü senaryolar üretilerek, halk yoğun bir propaganda eşliğinde bu “zafere” inandırılmaya çalışılıyordu.
AKP’nin hanesine büyük bir başarı olarak yazılan müzakerelerin başlatılması, gelinin aşamada ileri sürüldüğü gibi “Türkiye’nin en geç 2014’te AB tam üyesi olacağı”yla sonuçlanmış değil. Tersine bu 10 yıl içerisinde AB üyesi olmak için açılması ve kapanması gereken 35 fasıldan sadece biri (Bilim ve Araştırma) açılıp kapanmış, geri kalanların bir kısmı açılmış ama kapanmamış, bir kısmının ise ne zaman açılacağı dahi bilinmiyor. Bu başlıklardan 12’si Kıbrıs ve Fransa’nın veto koyması nedeniyle askıda bulunuyor. Görülebileceği gibi AKP’nin en büyük vaatlerinden biri olan AB’ye üyelik konusunda bir arpa boyu yol alınamamış, ilerlemeden çok duraklamanın yaşandığı, ilişkilerin rutin bir hal aldığı görülebiliyor. Türkiye-AB müzakereleri konusunda kısa bir süre içerisinde değişimin olması beklenmiyor. Hele de AKP hükümette iken...

AKP VE ERDOĞAN’A BAKIŞ DEĞİŞTİ

AB’yle müzakerelerde bir ilerlemenin olmamasının bir nedeni AB’nin egemen ülkelerinin gelecek planlarıyla ilgili iken diğer nedeni AKP hükümetinin izlemiş olduğu politikalardan kaynaklanıyor.
Alman dış politikası açısından önemli bir Think-Tank kuruluşu olan “Stiftung Wirtschaft und Politik” (Ekonomi ve Politika Vakfı-SWP) tarafından 2012’de yayımlanan “Dış politika ve Sunumu” başlıklı raporda, AB ve ABD’nin AKP’ye yaklaşımı şu şekilde ifade ediliyordu: “Türk ordusu içerisinde Batı’nın bölgedeki temel çıkarlarına karşı ortaya çıkan direniş, AB için Kıbrıs sorunu ve ABD için Saddam’a karşı savaş, Brüksel ve Washington’da 2002’den bu yana iktidarda olan Müslüman-muhafazakar güçleri potansiyel partner haline getirdi. ABD ve AB bununla Müslüman-muhafazakar politikayla, Kemalist ideoloji çerçeveye rağmen dış politika yapılabileceğini belgeledi.”  
AKP üzerinden Türkiye’nin dış politikasını bölgedeki çıkarlarına göre yeniden dizayn etmek için harekete geçen Batılı güçler, Erdoğan ve ekibiyle bir süre istedikleri yönde önemli adımlar attılar ve içeride bu politikaya karşı çıkanları gerilettiler, devre dışı bıraktılar.
Ne var ki, bu politikanın Türkiye’nin “bölgesel güç” olma yönünde hayata geçirdiği politikalar zamanla Batı ile AKP arasındaki ilişkiler gerilmeye, bu nedenle de Batı’nın zaman zaman Erdoğan ve ekibini devreden çıkarma hesapları yaptığı biliniyor. Bunu elbette tek başına AKP’nin yönetenlerine bağlamak doğru değil. İşbaşına gelen hükümetin arkasındaki bütün sermaye gruplar, Türkiye’nin bölgesinde ekonomik ve siyasi açıdan bir güç olduğunu ve buna göre davranılmasını istediler.

‘EN BÜYÜK REFORMCU’DAN ‘OTORİTER LİDER’E

Gelinen aşamada, “bölgesel güç” söylemi daha çok Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığını üstlendiği bir döneme denk geliyor. Davutoğlu’nun bu görüşün teorisyenliğini yapması, önceden de dillendirilen ve toplum içerisinde canlı tutulan “Yeni-Osmanlı” görüşün geniş kitleler üzerinde kısa sürede etkili olmasına neden oldu.
“Batı’nın bölgesel çıkarlarına göre hareket etmekten bölgede kendi çıkarlarına göre tek başına  davranma” çizgisine gelen AKP Hükümeti, bu nedenle sadece komşularıyla değil, aynı zamanda stratejik müttefikleriyle de sorunlu bir Türkiye yarattı. Buna bir de zaman zaman dillendirilen “Gerekirse AB yerine Şangay İşbirliği Örgütüne üye oluruz” açıklamaları eklendiğinde, AKP dönemine Türkiye-Batı ilişkilerinin düz bir çizgiden ziyade zikzaklarla dolu olduğu anlaşılıyor. Bu zikzaklar nedeniyle daha çok kısa vadeli, pragmatik bir profil çizen Erdoğan ve ekibi için son yıllarda Avrupa basınında eleştiri içerikli epey yazı yayımlandı, rapor hazırlandı. Denilebilir ki, değişik düzeylerde yapılan eleştiriler Gezi eylemleri sırasında doruğa çıktı. Çünkü, haziran direnişi, Avrupa’da yaratılan AKP algısını önemli ölçüde değiştirdi, baskıcı, tek adam merkezli, gizli ajandası olan bir siyasi görüş fikrini güçlendirdi. Almanya Başbakan Angela Merkel, Gezi Parkı’ndaki polis şiddeti nedeniyle Erdoğan ve hükümetini sert şekilde eleştirmişti. Ardından karşılıklı büyükelçilerin dışişleri bakanlıklarına çağrılmış, nota verilmişti.
Gerginleşen ilişkiler sırasında Der Spiegel’in “Erdoğan’ın iki yüzü”, Die Zeit’in “Çifte Erdoğan” başlıkları atmaktan geri durmadılar. Düne kadar “En büyük reformcu” ilan edilen Erdoğan’dan artık Avrupa’da da “otoriter bir lider” diye söz ediliyordu.
Dış politika ekseninde AKP’nin ABD ve müttefikleriyle girdiği sorunlu sürecin kısa sürede değişmesi beklenmiyor. Bu nedenle AB ülkeleri de politikalarında kısa sürede değişiklikler yapmayacaklardır.

DIŞ POLİTİKADAKİ BAŞARIZLIĞIN FATURASI İÇERİYE...

Kabaca bakıldığında AKP Hükümetinin dış politika açısından pek çok yanlış hamle yaptığını ve bunlarla Türkiye’ye dost değil düşmanlar kazandırdığı açık olarak görülüyor. AB, Suriye, Irak, İran, Mısır, İsrail, Filistin... politikaları çökmüş ve ülkenin sorunlarını ağırlaştırmıştır. Bu açıdan bakıldığında AKP kendisine verilen krediyi tüketmiştir. Kısa bir süre önce Financial Times gazetesi açık olarak Batı’nın artık AKP Hükümetine güvenmediğini yazdı. Batı’daki hava Financial Times’in ifadesiyle şundan ibaret: “Türkiye’yi geçmişte takdir edenlerin çoğu şimdi büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor ve bu ülkeye kuşkuyla bakıyor.”
Bu AKP’nin dış politikadaki başarısızlıkları başarıya dönüştürme şansı yüzde sıfır olarak görünüyor. Buna rağmen, AKP “bölgesel güç” olma hesaplarından vazgeçmeyecek. Bu elbette önümüzdeki dönemde içeride yayılmacı, Yeni-Osmanlıcı zihniyete karşı çıkanlar üzerinde baskının yoğunlaştırılacağı anlamına geliyor. Bu nedenle AKP’nin seçimlerden zayıf çıkması aynı zamanda dış politikada atılan yanlış adımlardan geriye dönmesi, komşularıyla iyi ilişkiler kurmasına neden olabilir.

Yarın: Sultan’ın Ortadoğu seferinin hazin sonu

ÖNCEKİ HABER

İç politika haline gelen dış politika

SONRAKİ HABER

Filistinlilerin çatı katındaki Nakbaları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...