28 Nisan 2015 00:57

Korucular devletle örgüt arasında uzlaşma iradesini bekliyor

'Geçici Köy Koruculuğu Sistemi ve Çözüm Süreci Raporu' yayınlandı. Projeye katılan Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Evren Balta ile, rapor üzerinden koruculuk sistemini konuştuk.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Süreç Araştırma Merkezi’nin, Açık Toplum Vakfı ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) desteğiyle bir seneyi aşkın bir süredir üzerinde çalıştıkları “Geçici Köy Koruculuğu Sistemi ve Çözüm Süreci Raporu” yayınlandı. Projenin koordinatörlüğünü SÜREÇ direktörü Murat Sofuoğlu üstlenirken, Doç Dr. Evren Balta, Yrd. Doç. Murat Yüksel ve Doktora Adayı Yasemin Acar projeyi yürüttü. Projenin danışmanlığını ise Prof. Dr. Fuat Keyman üstlendi.

Projeye katılan Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Evren Balta ile, rapor üzerinden koruculuk sistemini konuştuk.  

Öncelikle böyle bir çalışma yapma ihtiyacını neden duydunuz?
Türkiye 2013’ün başından beri çözüm sürecinin içerisinde. Silahsızlanma, çözüm sürecinin en önemli konularından birisi. Fakat silahsızlanma meselesi söz konusu olduğunu genellikle PKK’nin silahsızlanması söz konusu ediliyor. 1990’lardaki savaş sırasında silahlandırılan köy korucularının silahsızlandırılması da aynı oranda önemli. Bölgede hâlihazırda 70 bin civarında silahlı köy korucu var. Biz de korucuların “barış bozucu bir güç haline dönüşmeden” nasıl silahsızlandırılabileceği, çözüm sürecine nasıl entegre edilebileceği hususunda bir araştırma yapmak istedik. Bu amaçla Van, Şırnak, Hakkari, Mardin, Siirt ve Diyarbakır’ın içinde olduğu 6 ilin 26 ilçesinde 101 görüşme yaptık. 70 görüşme doğrudan korucularla yaptığımız görüşmelerdi.

1985’TEN BERİ ‘GEÇİCİ’!

Geçici köy korucusu deniliyor. Fakat hiçbir zaman  “geçici” olmadılar. Bu durumu açıklar mısınız?
Ortada sadece ismi geçici ama kendisi kalıcı bir sistem var. Geçici Köy Koruculuğu 26 Mart 1985’te yapılan bir düzenleme ile mümkün hale gelmiş. Yapılan düzenleme, köy korucularının “geçici” olarak kamu çalışanı olarak istihdam edilebilmesine olanak tanıyan bir düzenleme. Geçici bir süre ile istihdam edilecekleri düşünülmüş düzenleme ilk çıktığında. Ama bir kere sistemin içerisine böyle grupları dahil etmeye başladığınızda, onları silahlandırdığınızda, onlara devlet üzerinden maaş vermeye başladığınızda, o insanlara bir noktada şimdi sizinle işimiz bitti, evlerinize geri dönün diyemiyorsunuz. Bu geçici olma durumu zaten fiilen 2000’li yıllarda değişikliğe uğradı.

2000’Lİ YILLARDA KORUCULUK BİREYSELLEŞTİ

Koruculuk 2000’li yıllarda nasıl değişti, bunu biraz açabilir misiniz?
2000’li yıllarla birlikte koruculuk sistemi büyük oranda değişti. Temel değişimlerden birisi korucu alımlarına dair. ‘90’lı yıllarda koruculuk alımları kolektif olarak yapılıyor. Güvenlik güçleri köye gidiyor, ‘ya köyü boşaltacaksınız ya da korucu olacaksınız’ diyorlar. Bir diğer kolektif karar verme yolu; aşiret reisleri ile devlet görüşüyor ve o aşiretin korucu aşireti olmasına karar veriliyor. Korucu aşiretleri köylülere artık korucu köyü olduklarını açıklıyor. Tabi 90’lı yıllarda bireysel olarak korucu olmayı kabul etmiş insanlar da var ama çok nadir. 2000’li yıllarla birlikte koruculuk bireyselleşiyor. Yazılı sınavla korucu alınmaya. Bu sınavdan geçenler, fiziksel güç-yeterlilik sınavına giriyorlar. Onu da geçerlerse sözlü sınavına giriyorlar. Tipik bir memurluk alımına dönüşüyor.

Korucu alımları haricinde özlük haklarına dair bir değişim var mı?
Elbette. Bu da çok önemli bir dönüşüm. 90’lı yıllarda maaşlar korucubaşına toplu ödeniyordu. Korucubaşı ne kadar istiyorsa onu ödüyordu. İstemezse dağıtmayabilirdi. 2000’li yılların başında devlet hepsine bankada hesap açtı. Ve bireysel olarak maaşlarını yatırdı. Koruculara ilk kez özlük hakları, emeklilik hakkı, sağlık hakkı verildi. Bunlar da koruculuğun bireyselleştiğinin; karşılıklı hak ve sorumluluk üzerine dayanan bireysel iş haline geldiği göstergesi.
Bir diğer önemli unsur disiplin ve eğitim ile ilgili. 2000’li yıllarda korucuların kendi iç disiplini yeniden düzenlemeye başlandı. Kime bağlı olarak çalışacaklar, kimden emir alacaklar bunlar belli kurallara ve kanunlara bağlanmaya çalışıldı. Koruculara eğitim verilmeye başlandı. 90’lı yıllarda ‘korucu oldun’ deniliyordu, ertesi gün korucu operasyona gidiyordu. Nereye gideceğini, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Görevinin ne olduğunu, haklarının ne olduğunu bilmiyordu. 2000’li yıllarda eğitimlerde, haklarının ne olduğu öğretildi. Görev ve beklentilerin ne olduğu anlatıldı. Kısaca 2000’li yıllarda koruculuk bireyselleşti ve standardize edildi.

KORUCULUĞUN KALDIRILMASI BUGÜN DAHA KOLAY

Bunun nasıl bir sonucu var bugün çözüm süreci açısından?
Koruculuğun böyle kolektif gruplar üzerinden, muğlak ve gevşek bir şekilde örgütlenmesi aslında koruculuğun kaldırılabilmesinin önündeki önemli engellerden birisiydi. Koruculuğun bireyselleşmesi bir yandan koruculuğun kalıcılaştırılması anlamına geldi, çünkü bir sürü hak ve sorumluluk verildi. Formel sistemin içine sokuldu koruculuk, geçici değildi artık. Ama öte yandan, kanaatimce, koruculuğun kaldırılabilmesini de daha mümkün hale geldi. Çünkü bu kişilere “sizi emekli ediyoruz” diyebilirsiniz artık. Bundan sonra devletten emekli maaşı alacaksınız, silahlarınızı bireysel olarak bize vereceksiniz...

GÖNÜLLÜ KÖY KORUCULARI GÖZDEN KAÇAN BİR DEĞİŞİM

2000’li yıllarda koruculuğun kalkması konusunda çokça tartışma yaşandı. Çözüm sürecine rağmen korucu alımlarının devam ettiği söylendi. Korucu alımları konusunda ne söyleyebilirsiniz?
Bölgede toplamda yaklaşık 70 bin silahlı köy korucusu halen görev yapıyor. Bakanlar Kurulu’nun 2000 yılında geçici köy korucusu alımını durdurduğunu açıklamasına rağmen, 2000’li yıllarda da korucu alımları devam etti. Halen de ufak rakamlarla da olsa devam ediyor. Ama bu alımlara rağmen İçişleri Bakanlığının verilerine bakarsanız 2000’li yıllar boyunca kadrolu korucu sayısında bir azalma gerçekleşmiş. Buradaki kritik nokta 2000’li yıllarda kadrolu korucu sayısı azaldığı halde, gönüllü korucu sayısı yükselmiş olması. Toplama baktığınızda kadrolu korucu sayısında ufak bir azalma var ama toplam korucu sayısında bir azalma yok. Kanaatimce kadrolu korucu ve gönüllü korucu sayısındaki değişim çok önemli ve gözden kaçan bir değişim.

Neden önemli gönüllü köy korucusu sayısındaki artış?

Gönüllü köy korucusu olma motivasyonları diğer gruplardan çok farklı. Neden farklı? Çünkü gönüllü korucular “koruculuk” karşılığında bir şey almıyor. Koruculuk tamamen bir güç meselesi bu korucular için. Bu gücü elde etmek için korucu olmak istiyor. Gönüllü köy korucu alımı da yerel yetkililerin kararına bağlı. Dolayısıyla yerel yöneticiler, oradaki yerel gruplara silah dağıtma konusunda kendi ayrıcalıklarını kullanıyorlar. Bence bu grupların silahsızlandırılması daha zor. Kadrolu korucuları emekli edebilirsiniz, başka işte çalıştırabilirsiniz. Gönüllü köy korucularına böyle bir şey yapamazsınız.

'DEZAVANTAJLI ÇIKACAKLARINI DÜŞÜNÜRLERSE BARIŞI BOZABİLİRLER'

Korucuların isimleri çoğu zaman karıştıkları adli suçlarla anılıyor. Buna dair ayrıntılar var mı raporunuzda?
Korucu olmayan görüşmecilerimiz korucuların köylere yerleşerek, geri dönüşleri engellediği, silahların verdiği güçle araziler üzerinden hak iddia ettikleri, adli vakalara karıştıkları halde kovuşturmaya uğramadıklarını sıkça dile getirdiler. Ama tabii korucu grupları da kendi aralarında çok farklı, bütün korucuların suça karıştıklarını iddia edemezsiniz. Ben burada en önemli sorunun arazi sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu sadece koruculuğa ait bir sorun da değil. Çatışma sırasında güç ilişkilerine bağlı olarak el değiştirmiş arazilerinin şeffaf ve adaletli bir şekilde paylaştırılması kalıcı bir barışın önemli bir unsuru.

Peki suça karışmış olan koruculara ne olacak?
Adalet ancak herkese sağlandığında gerçekleşebilir. Toplumsal adalet duygusunun sağlanması önemli barış için. Bu anlamda suça karışmış korucuların yargılanması önemli. Çözüm sürecinin adaletli bir şekilde ilerlemesi, barışın kalıcılaşması isteniyorsa, elbette ki korucuların bir grup olarak tamamen mağdur edilmemesi, fakat aynı zaman ciddi suçlara karışmış korucuların adil, şeffaf bir yargılama sürecinden geçirilmesi gerekiyor. Bu talebi bize görüştüğümüz korucular da söyledi. Suça karışmış olan korucuların yargılanmasının kendilerinin yeniden toplumsal hayata eşit olarak katılabilmeleri için önemli bir şey olacağını söylediler. Aksi takdirde hep zan altında yaşayacaklarını söyleyenler oldu.

Silahsızlanmayı kendi güvenliklerini tehdit eder bir durum olarak görmüyorlar mı?
Silahsızlanmaya dair korucularda iki eğilim vardı. Bazıları diyordu ki, “önce PKK silahları bıraksın, yoksa bizleri öldürürler, ben ondan sonra silahımı bırakım”. Bazısı da diyordu ki, “biz silahı bıraktıktan sonra bizi asla affetmezler, biz şimdiden bırakalım, onurlu bir şekilde bu işe katılalım”. Her iki pozisyonda korucuların güvenlik algısıyla ilişkili. Aslında hem devletin hem örgütün korucuların güvencede olacakların dair bir irade beyanının olması lazım. Korucular esasen bu işin içinde kalmak istemiyorlar. Çünkü kendileri için çok avantajlı olmadığının, giderek zorlaştığının bu durumun farkındalar. Ama dediğim gibi bu konuda bir uzlaşma bekliyorlar.

Peki sizce silahsızlandırma nasıl olmalı?
Silahlandırılan gruplara “silahı ver” demek işin kolay kısmı. Onların toplumsal hayata yeniden katılmalarını sağlaman lazım. Bu niye önemli? Sadece bu gruplar iyi yaşasın diye değil. Aynı zamanda bu gruplar barışı bozabilecek gruplar. Yani eğer barıştan dezavantajlı çıkacaklarını düşünürlerse barışı bozabilirler. Benim gördüğüm korucular barış karşıtı bir grup değiller. Bu Türkiye’nin avantajı. Gerçekten başka çatışma bölgelerinde görülmeyen bir avantaj. Genellikle milis grupları silahsızlanmak istemiyor. Türkiye’de korucular çoğunlukla bunu istiyor. Ama tabii şimdilik. Bu durum değişebilir. Şimdi herkes bekleme durumunda. Süreç ilerlediğinde yerel şiddet su yüzüne çıkabilir. Bu durum değişmeden iki tarafında üzerine anlaştığı, korucuların toplumsal hayata katılmalarını sağlayacak, şeffaf bir planın oluşturulması lazım. Koruculara kimi güvenceleri vermek önemli: devletin ekonomik güvenceyi, örgütün de yaşam hakkını tanıması önemli. Sivil halkın da bu planı adaletli bulması önemli. Adalet meselesinde biraz evvel söylediğim gibi suça karışanların yargılanması talebi öne çıkıyor.


 

‘KORUCULAR ÇATIŞMASIZ DÖNEMDEN MEMMUNLAR’

 

Korucuların çözüm sürecine bakışları ve beklentileri neler?
Korucuların çokça önemli bir kısmı kendilerini çözüm süreciyle birlikte güvensiz hissediyor. Çünkü onların yerel ilişkileri, devlet algısı, Kürt olmalarına dair algıları büyük oranda ‘90’lı yıllardaki deneyimle belirlenmiş. Çözüm süreciyle birlikte aslında tamamen atılacaklarını ve hiç kimse tarafından istenmeyeceklerini düşünüyorlar Devletin de kendilerini istemeyeceğini, Kürtlerin de kendilerini istemeyeceğini ve büyük oranda arada kalacaklarını düşünüyorlar. Bu kaygıya rağmen, tamamı çatışmasızlık durumundan çok memnun. Ve yeniden çatışmaya gitmek istemiyor. Bir de tabii biraz siyasi kimlik de belirliyor tutumlarını. Korucular içerisinde çok farklı siyasi kimlikler var. Bir kısmı açık bir şekilde HDP’liydi, bir kısmı AK Partili, bir kısmı, Hüdaparlı, bir kısmı MHP’li. Türkiye’de nasıl siyasal ayrılıklar varsa, korucular içerisinde aynı.
Ama bütün korucuları kesen ortak talep ekonomik güvenlikti sanırım. Korucular genellikle koruculuk dışında bir şey yapmıyorlar. Ne tarlaları var ne bağları ne bahçeleri ne hayvanları var. Korucuların temel talepleri de bu yönde: Emeklilik yaşı 45’e çekilsin, emekli olamayan korucular da başka işlerde istihdam edilsin. Temel talepleri ekonomik güvence yani. Bir de tabii buna hayatta kalabilme, yani güvenliklerinin sağlanmasını eklemek lazım.

KÜRT SORUNUNU KABUL EDİYOR, ‘DEVLET TANIMALI’ DİYORLAR

Kürt sorununa dair ne düşünüyorlar?
Konuştuğumuz korucuların hepsi Kürt değildi, içinde Azeriler, Türkmenler, Tatarlar vardı.  Fakat diyebilirim ki yüzde 80’ni Kürt meselesi diye bir mesele vardır ve devlet bu meseleyi tanımak zorundadır diyordu. Mesela ana dil çok önemli bir talepleri. Mesela Ak Partili bir korucu “ben camiye gidiyorum, niye vaazı Türkçe dinleyeyim” diye soruyordu. Hepsi Kürtlerin ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesinden şikâyetçiydi. Özellikli güvenlik güçleriyle yaşadıkları deneyim onların daha fazla böyle hissettirmesini sağlamış bir deneyim. Yani “hep çok ezildik, mayınlara bizi sürdüler, ilk ölmesi gereken biz olduk ve karşılığında bir şey alamadık” diyorlardı. Bu durumun kendi Kürtlükleriyle ilgili olduğunu düşünüyorlardı. Karşılaşmalar da önemli bu hususta, “Batı’ya gittiklerinde Kürtlüğün ne demek olduğunu anladık, kimse bize sen korucusun, devlet için savaştığın demiyor” diyorlardı, “Ben diğer Kürtler gibi PKK’li Kürtler gibi Kürt oluyorum” diyorlardı.

ÖNCEKİ HABER

Dicle’de öğrenci, işçi el ele

SONRAKİ HABER

Birlik ve dayanışma olmadan mücadele kazanamıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...