27 Nisan 2015 01:05

'Taksim'e çağrının altı boş, B planı için geç değil'

1 Mayıs’a sayılı günler kaldı. İstanbul’da Taksim Meydanı’nın işçi ve emekçilere bu yıl da yasaklanması, kitlesel kutlama çabalarını zayıflatıyor. İşçiler tartışmaları nasıl değerlendiriyor? Sınıfın birliği ve dayanışmasının alanlara yansıması nasıl olacak? Örgütlenme ve hak arama mücadelelerinin yükseldiği bir dönemde Taksim kararı ya da Türk-İş ve Hak-İş’in Zonguldak ve Konya’da merkezi kutlama yapıyor olması ne anlama geliyor? Önemi artan yerel kutlamalar nasıl güçlendirilmeli? İşçiler, partilerin seçim bildirgelerini nasıl tartışıyor? DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikası Genel Sekreteri Seyit Aslan’la konuştuk. (Fotoğraf: Erdost YILDIRIM)

Paylaş

Serpil İLGÜN

1 Mayıs’a sayılı günler kaldı. Afişler, pankartlar, şehirlerin, kasabaların meydanlarını süslemeye, bildiriler fabrika ve işyerlerinde işçi ve emekçilerle buluşmaya başladı. Toplantılar sıklaştı. Ancak tam da seçim öncesi karşılayacağımız İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nde tartışmalar, hazırlık çalışmalarından çok, alan meselesinde yoğunlaşıyor. İstanbul’da Taksim Meydanı’nın işçi ve emekçilere bu yıl da yasaklanması, kitlesel kutlama çabalarını zayıflatıyor. İşçiler tartışmaları nasıl değerlendiriyor? Sınıfın birliği ve dayanışmasının alanlara yansıması nasıl olacak? Örgütlenme ve hak arama mücadelelerinin yükseldiği bir dönemde Taksim kararı ya da Türk-İş ve Hak-İş’in Zonguldak ve Konya’da merkezi kutlama yapıyor olması ne anlama geliyor? Önemi artan yerel kutlamalar nasıl güçlendirilmeli? İşçiler, partilerin seçim bildirgelerini nasıl tartışıyor? DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikası Genel Sekreteri Seyit Aslan’la konuştuk.


1 Mayıs’ın nasıl kutlanacağı konusunda gözlerin çevrildiği bir kent olduğu için İstanbul’la başlayalım. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama kararı alan DİSK, KESK TMMOB ve TTB’nin yaptığı başvuru beklendiği üzere reddedildi. Taksim kararını ve gelinen noktayı Gıda-İş olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle, Türkiye’nin hiçbir alanının işçi ve emekçilere yasaklanmasının kabul edilemez olduğunu belirtelim. İşçi ve emekçiler tüm meydanlarda kendilerini özgürce ifade edebilmelidir. Taksim ısrarı nereden geliyor? Biliyorsunuz 1977’de bir katliam yapıldı. Bu katliamın sorumlularının bulunmasını, katillerin yargı önüne çıkarılmasını, devletin gizli güçlerinin işlediği bütün cinayetlerinin açığa çıkarılmasını istiyoruz ve bu mücadelede ısrarcı elbette olmalıyız.  Bu çok net! Ama bugün meselenin sadece bu olmadığını da görmemiz lazım. AKP Hükümetinin yasakçı zihniyeti, Taksim tartışması üzerinden prim toplama, tabanını bu tartışmalar üzerinden konsolide etme anlayışının bir yanı olarak ortaya çıkıyor. Sendikalar, emek ve kitle örgütleri ne yazık ki birkaç yıldır, AKP’nin yasakçı tutumu karşısında güçlü bir politika geliştiremeyince doğal olarak 1 Mayıs İstanbul nezdinde Taksim Meydanı üzerinden tartışılıyor. Dolayısıyla, 1 Mayıs çalışmasının geniş kitleleri ulaşmasına, taleplerin ifade edilmesine ve yaygın olarak kutlanmasına ket vuran bir tablo ortaya çıkıyor. AKP’nin yasakçı zihniyeti karşısında sendikaların, emek örgütlerinin mutlaka bir alternatif geliştirmesi, bir B planı gerekiyor. Birkaç yıldır Taksim’deki yasak nedeniyle özellikle İstanbul işçi sınıfının ve emekçilerinin 1 Mayısı talepleriyle kutlayamadıklarını görüyoruz. Zaten sınırlı sayıda insan alana gelmeye çabalıyor, bu sayıda her yıl giderek azalıyor.

Dolayısıyla ‘solcuların 1 Mayıs’ı algısı perçinlenmiş oluyor?
Evet, ertesi gün gazetelerde devletle, polisle, sol grupların çatışması vs gündem oluyor. Oysa gündem olması gereken işçi sınıfının çalışma ve yaşama koşulları, aldığı ücretler, geçinme pahasına yaşadığı ölümler. Bunların konuşulması lazım... Onun için de konfederasyonlar ve emek örgütleri 1 Mayıs’ı İstanbul’da işçi sınıfına yaraşır bir mücadele gününe dönüştürme sorumluluğunu almalıdır. Bunun için şu anda bile geç kalınmış değildir.

Somutlar mısınız, nasıl bir alternatif plan yapılabilirdi ve bu gerçekten hâlâ mümkün mü?
Güçlü bir çalışmayla mümkün. AKP’nin yasakçı zihniyetini boşa çıkarmak açısından 1 Mayıs’ta İstanbul’da birçok bölgede kitlesel gösteriler, eylemler yaparak her taraf Taksim haline getirilebilir. Bu alternatif ortadan kalkmış değil. Yeter ki başta konfederasyonlar ve emek örgütleri buna cesaret edebilsin ve böyle bir tutum geliştirsin. Bu yönde çabalarımız devam ediyor.

Cesaret etmeye mani ne?
Cesaret meselesini şöyle anlamak lazım; eğer ortada yanlış giden bir şeyler varsa gerektiğinde geri adım atabilmeliyiz. Geri adımdan kasıt, 1 Mayıs’ta alanlara çıkmamak değil tabii ki. Ancak 1 Mayıs’ın kitlesel kutlanması, taleplerin daha güçlü dile getirilmesinin imkan ve olanakları ne ise bunların ortaya konması lazım. Ne yazık ki 1 Mayıs meselesinde küçük burjuva, sol sekter anlayışın burada ısrarı var. Buna da bir şey söylemek gerekiyor. Bir sınıf örgütünün, bir emek örgütünün hem kendi tabanı, hem de Türkiye işçi sınıfına karşı sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu duyarak hareket etmek gerekir.

Bunu, Taksim çağrısının altının doldurulamadığı, dolayısıyla Taksim’e kimlerle, hangi güçlerle çıkılacağı tartışmaları için mi söylüyorsunuz?
Elbette. Geçtiğimiz yıl bunu yaşayarak gördük. Çok zayıf bir 1 Mayıs oldu. Bugün işyeri temsilcileri de, şube başkanları da işyerlerinde şunu görüyor aslında; işçiler ve emekçiler 1 Mayıs’ı kutlamak istiyor, ancak Taksim’de bir çatışma olacağını bildiklerinden çağrılara yanıt vermiyor. Bu açıdan baktığımızda bugün yapılan çalışmalarla, Taksim kararının altının dolmadığı da açık. Yapılan temsilci toplantılarında da, genişletilmiş başkanlar kurullarında da, 1 Mayıs’ın örgütlenme çalışmasında da bu açığa çıktı. Böyle giderse her sendikanın 1 Mayıs’a getirebileceği asgari sayı bellidir ve bu sayıyı yüzlerle bile ifade edemiyoruz. Sonuç olarak bu durum eleştiriliyor ama özellikle Taksim’den geri adım atma meselesi bir baskılanma yaratıyor, bu baskılanma da ne yazık ki devamında yeniden bu sürecin tıkanmasına neden oluyor. Sağlıklı düşünmek gerekiyor; İstanbul işçi sınıfının, sadece İstanbul da değil, Türkiye işçi sınıfı olarak, 1 Mayıs’ın ertesi gününe bırakacağımız şeyler olmalı.

Taksim kararından hemen sora, AKP medyasında ‘provokasyon peşindeler’ haberleri yer aldı. Seçim süreci için de aynı medya tarafından sık dillendirilen provokasyon ‘uyarı’sına 1 Mayıs’ın da dahil edilmesinin maksadı ne sizce?
AKP ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı siyaset tarzını, özellikle de Cumhurbaşkanı eliyle yürütmeye devam ediyor. HDP barajı aştığında siyasal ortamda meydana gelebilecek değişikliklerden kaynaklı hem HDP’yi hem de tüm demokrasi güçlerini baskılamaya, ayrıştırmaya dönük politikalar devam ediyor. Buna düşmememiz gerekiyor; başta da sendikaların ve emek örgütleri olarak bizlerin... Bugün MİT’iyle, yargısıyla, ordusuyla bir bütün olarak devlet kurumları AKP Hükümeti’nin kontrolündedir. Eğer bir provokasyon olacaksa, bunun kimin eliyle yapılacağı ortada.

Türk-İş Zonguldak’ta, Hak-İş Konya’da, kutlayacak. Bu tablo işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü açısından nereye oturuyor? Bu arada bölünmüş de olsa, bu kutlamaları güçlü kılacak bir çalışma var mı?
Türkiye’de ne yazık ki, sendikal bürokrasi sendika merkezlerine hâkim durumda ve sendikal bürokrasinin şöyle bir derdi yok; işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününde hiçbir konfederasyon ayırımı yapmadan, sendikalı-sendikasız ayırımı yapmadan, emek-meslek örgütü ayırımı yapmadan, kadın-erkek ayırımı yapmadan bütün işçi sınıfının ve emekçilerin bir arada olabilmesini isteyecek bir hali yok. Bu, gerçekten işçi sınıfının birliğinden, dayanışmasından ortak mücadelesinden yana olanların yapacağı bir iştir.
Şöyle ifade etmek gerekiyor; bugün Türk-İş’in tabanı da, Hak-İş’in tabanı da, DİSK’in ya da KESK’in, Kamu-Sen’in tabanı da aynı problemleri yaşıyor. Aynı güvencesizlik, aynı ağır çalışma şartları... İş cinayetlerinde ölenlerin konfederasyonları sorulmuyor ya da ücretsiz izne çıkarılan işçinin DİSK’lisi, Hak-İş’lisi aranmıyor. Sorunlarımızın bir bütün olarak ortak olduğunu görüyoruz. Ancak konu ortak mücadeleye, 1 Mayıs’ları ortak kutlamaya gelince özellikle merkezi düzeyde ayrışmalar olduğunu, bu ayrışmaları körükleyen politikaların devam ettiğini görüyoruz. Biz bu anlayışı reddediyoruz. Gıda-İş olarak örneğin Rize’de Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK ya da Kamu-Sen ayrımı yapmadan çağrı yaptık. İşçi sınıfının birlik ve dayanışma gününün ayrı kutlanmasına hizmet eden her türlü anlayışa karşı olduğumuzu belirttik.

Ne yanıt aldınız?
Hak-İş dışındakiler olumlu yanıt verdi. Lüleburgaz’da keza aynı şeyi yaptık. Başka illerde de üyelerimiz ve sendika temsilcilerimizle bu anlayışı konuşarak meseleyi ele aldık. Türk-İş’in merkezi gidip Zonguldak’ta kutlayabilir ama şunu açıkça söylemeli; biz üyelerimizin olduğu her yerde bütün emek örgütleriyle birleşik kutlamak istiyoruz. Hak-İş de bunu demeli. DİSK bunu söyledi ki iyi bir noktaya geldi süreç bu açıdan. KESK açısından da böyle bir durum var. Çünkü geçmişte İstanbul, İzmir ya da Ankara merkezli 1 Mayıs’lar tartışılıyordu. Bugün geldiğimiz noktayı olumlu olarak görmek mümkün o açıdan. Türkiye’nin her tarafında 1 Mayıs’ın ortaklaşmasına dönük bir temenni vardır, ama bu temenni henüz pratik karşılığını az görüyor. İşçi ve emekçilerin yerellerde sendikal bürokrasiyi aşarak birliği gerçekleştireceklerine inanıyorum.


1 MAYIS ÇOK YAYGIN KUTLANACAK

Gıda-İş olarak İstanbul’da ve Türkiye genelinde 1 Mayıs programınız nasıl?
İstanbul’da, 1 Mayıs günü saat 13’te Divan işçilerinin 1 Mayıs kutlamasını fabrika önünde yapacağız. Fabrika önündeki kutlama için bölgedeki emek ve meslek örgütlerine de çağrı yaptık. Onun dışında Esenyurt, Çağlayan, Kartal, Tuzla ve olabildiğimiz her yerde hem 1 Mayıs günü, hem de 1 Mayıs’tan bir gün önceki bölgesel kutlamaların içinde yer alacağız. Bunların gerçekleşmesi için de çalışmalarımız var zaten.
Bunun dışında Gıda-İş olarak 4-5 ilde 1 Mayıs etkinliklerinin hem çağrıcısı, hem tertip komitesindeyiz. Rize’de, Lüleburgaz’da, Dersim’de, İzmir’de, Manisa’da, Hopa’da çalışmaların içinde olacağız. 1 Mayıs’ın hem genel olarak işçi sınıfı mücadelesi, hem demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi açısından geçen yılı aşan bir noktada olacağını bugünden söylemek mümkün. Bu yıl yerel kutlamaların daha çok olacağı bir 1 Mayıs yaşayacağız, yaygınlıkta geçen yılı aşacak.

Bu neyin göstergesi?
Konfederasyonların merkezi 1 Mayıs kutlama anlayışı artık geride kaldı bana göre, artık bir geçerliliği yok. Tabandaki işçiler de, temsilciler de, şube başkanları da özellikle 1 Mayıs’larda bu tür ayrıştırıcı politikalara karşı tutum alıyor. Geçen yıl DİSK’in, KESK’in, TMOBB ve TTB’nin, Türk-İş, Hak-İş’in yine merkezi kutlama kararları vardı, ona rağmen 122 ayrı yerde kutlama oldu. Bu dönem DİSK, KESK, TMOBB ve TTB “1 Mayıs’ı Türkiye’nin her yanında kutlamak, alanlara çıkmak gerekir. Her tarafta işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışmasını örgütlemek gerekir” şeklinde bir mutabakatları oldu, bunu kamuoyuna da deklere ettiler. Bu tutum, yereldeki birlikteliklerin ve kutlamaların da önünü açmış oldu.

İşçiler birlik ve mücadeleyi geliştirecek, samimi tutum ve kararları sahipleniyor yani...
Bakın buraya gelmeden Divan işçileri komitesiyle toplantımız vardı. Önümüzdeki bir aylık mücadele programımızı, yapacağımız eylemleri tartıştık. Arkadaşların söylediği şu; “Eğer siz olmasaydınız (siz derken bir kişiden değil bir anlayıştan bahsediyorlar) biz bunları yapamazdık. Koç Grubu gibi Türkiye’nin en güçlü sermayesi karşısında sesimizi bile çıkaramaz vaziyetteydik, kaldı ki fabrikanın önüne çadır kuralım. Bunlar hayal edemeyeceğimiz şeylerdi.”
İkincisi, biz sendika olarak işçi sınıfının kendi içindeki demokrasiye inanan bir anlayışı savunuyoruz. Her türlü kararımızı işçi arkadaşlarımızla birlikte alıyoruz. Komitenin seçimi de, yapılacak eylemleri de, her bir meseleyi bütün işçi arkadaşlarımızla tartışarak çözüyoruz. Bu nedenle de işçi arkadaşlarımız buna sahip çıkıyor. Dolayısıyla bizi bir arada tutan şey sendikal anlayıştır, ortaya koyulan tutumdur. Şu sıralar örgütlemeye çalıştığımız 8-10 işyeri var, her yerde bu anlayışla hareket ediyoruz.


TEMAS VE MÜCADELE ÖNYARGILARI DA YIKIYOR

Doğu’dan Batı’ya, Türkiye’nin birçok şehrinde örgütlenme faaliyeti yürüten bir sendikanın temsilcisi olduğunuz için soralım. Seçim nedeniyle şu günlerde özellikle kışkırtıldığı tespitleri yapılan milliyetçiliğin etkisi ve yansımaları konusunda nasıl gözlemleriniz var? İşçilerin Kürt sorunu, dolayısıyla çözüm sürecine yaklaşımları nasıl?
Öncelikle, egemenlerin yıllardır Kürt sorununda da başkaca meselelerde de ortaya koyduğu ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı politikaların işçi ve emekçiler arasında etkili olduğunu söylemek mümkün. Bunların bir anda ortadan kalkması da mümkün değil. Ama örneğin çözüm süreciyle birlikte en azından cenazelerin gelmemiş olmasının, meseleyi daha tartışılabilir, konuşulabilir hale getirdiğini söylemek gerek. İkincisi; Türkiye’de artık şöyle bir noktaya doğru gittiğimizi düşünüyorum. İnsanlar bu meseleleri tartışarak, birbirlerinin haklarına hukuklarına saygı göstererek çözebileceklerini yavaş yavaş görüyor. Birçok yerde MHP’ye oy veren işçilerin son dönemde HDP’ye yaklaşımlarında bir yumuşama olduğunu görüyoruz.

Dolayısıyla mücadele ile bu tür ayrıştırıcı, bölücü politikaların etkisizleştirilmesi, zayıflatılması arasında doğrudan bir ilişki var?
Kesinlikle. İşçi sınıfı kendi ortak mücadelesini vermeye başladığı anda, bütün bu meselelere de daha farklı bakabilme, daha farklı düşünebilme bilinci gelişiyor. Örneğin ÇAYKUR’daki örgütlenme çalışması için Rize’ye, Karadeniz’e gittiğimizde bölge insanının bize bakış açısıyla bugünkü yargıları arasında büyük mesafe var. DİSK’i solcu, işte PKK’cı, Dev Sol’cu, dinsiz bir anlayış olarak görüyorlardı, böyle propaganda yapılıyor çünkü. Böyle olmadığını, DİSK’in bir sınıf örgütü olduğunu, tabanında farklı düşünceden insanların olabileceğini, Rize’de de başka yerlerde de gördüler. Bunu Türkiye’nin her yerinde az çok temas ettiğimiz her yer için söylemek mümkün.

Yarın: “Birlik ve dayanışma olmadan mücadele kazanamıyor”

ÖNCEKİ HABER

Suud’un ‘Fırtınası’ önce çocukları vurdu

SONRAKİ HABER

Nepal depreminde ölü sayısı 4 bin 100'ü aştı: Çığın düşme anı kamerada

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...