15 Nisan 2015 00:59

Tükel: Rektörlük seçimlerinde yaşananlar ülkemizin demokrasiyle imtihanıdır

Paylaş

Fatih POLAT
İstanbul

Bu söyleşi için, Türkiye’nin en köklü tarihe sahip üniversitesi olan İstanbul Üniversitesinin seçilmiş ancak atanmamış rektörü olan Prof. Dr. Raşit Tükel’in karşısına oturduğumda doğrusu daha yukarıdan ve genel söylemlerle karşılaşabileceğimi düşünüyordum. Yani Raşit Hoca, AKP’nin piyasacı ve muhafazakar rektör tipolojisi karşısında, iki dönem aday olan bir isim olarak önce uzun bir kuramsal çerçeve çizecekti. Ama hiç de öyle olmadı. Karşımda, üniversitenin tüm bölümlerinin ve bileşenlerinin sorunlarına haiz biri vardı. Kendi iddialarını ve üniversiteye dair hedeflerini, üniversitenin toplam sorunlarının içinde gezinerek anlatıyordu. Bu sohbet boyunca adeta onunla birlikte üniversiteyi karış karış dolaştığımı hissettim. Bu anlamlı gezintiyi hakkıyla yansıtabilme kaygısı iki gün sürecek bir söyleşiyi ortaya çıkardı. 
Bundan sonrası için sözü İstanbul Üniversitesinin seçilmiş rektörüne bırakıyorum.

Sizin 1202 oyla en yüksek oyu aldığınız bu rektörlük seçimlerine, 631 oy aldığınız önceki seçimlerden itibaren hazırlandığınızı biliyoruz. İstanbul Üniversitesi Demokratik Üniversite Girişiminin adayı olarak örgütlü, planlı ve sürekli bir çalışmanın bu başarıyı getiren en önemli etkenlerin başında geldiğini tahmin edebiliriz. Peki size göre toplam olarak hangi etkenler bu sonucu doğurdu ve siz bu oyu bekliyor muydunuz?
Biz 2012’de rektörlük seçimlerine girmeye karar verdiğimiz zaman, daha çok tıp kökenliler olarak, İstanbul Tıp ve Cerrahpaşa Tıp’tan sağlıkta dönüşüme karşı mücadeleyi yürüten bir ekip olarak rektörlük seçimlerine talip olduk. Fakat, süreç içerisinde birçok fakülte ile de ilişki kurma imkanımız oldu. Ve seçimler yapıldıktan hemen sonra biz, tıp fakülteleri ve diğer fakültelerden bu süreçte tanıştığımız ve seçim sürecine destek veren arkadaşlarımızla bir araya geldik. Öğretim üyeleri, araştırma görevlileri ve idari personelden oluşan grubumuzu İstanbul Üniversitesi Demokratik Üniversite Girişimi olarak tanımladık. 

Hemen 2012 seçimi sonrasında düzenli toplantılar yapmaya başladık. Bu toplantılar İstanbul Üniversitesi’nin sorunlarına yönelikti. Çalışmalarımıza rektörlük seçimlerini önümüze hedef olarak koyarak başlamadık. Örneğin araştırma görevlilerinin sorunları vardı. İki arkadaşımız, öğrencilerin düzenlediği bir toplantıda düşüncelerini ifade ettiler diye disiplin soruşturması geçirdiler. Onların soruşturma sürecine dahil olduk. Onlar soruşturma altındayken, biz onların yanındaydık. Botanik Bahçesi’nin Diyanete verileceği gündeme gelmişti, halen gündemde. Bu konuda imza topladık arkadaşlarımızla birlikte ve Fen Fakültesindeki hocalarla birlikte yürüyüş yaptık. Biliyorsunuz araştırma görevlileri için 50 d kadrosu güvencesiz bir kadro. Bu konuda süren bir mücadele oldu, biz onlarla dayanışma halinde olduk. Sonuçta daha iyi bir üniversiteyi kurmak adına çeşitli faaliyetler içerisinde bulunduk. Özellikte tıp öğrencilerinin kontenjan artırımı önemli bir sorun. Genelde kontenjan artırımı tüm üniversite için çok ciddi bir sorun. Onunla ilgili paneller yaptık. Dilekçeler verdik. Bunları üniversiteye sahip çıkmak adına sürdürdük. Ve baskın seçim olarak tanımladığımız seçim gündeme geldiğinde biz zaten üniversiteye sahip çıkmak mücadelesinin içerisindeydik. O bir haftalık süreçte de çok yoğun bir çalışma yaptık. Her fakülteye gittik. O zamana kadar üzerinde değerlendirmeler yaptığımız, çözüm arayışları içinde olduğumuz sorunları seçim döneminde de gündeme getirdik. Açıkçası aldığımız sonucun tüm bu sürecin sonucu olabileceğini düşünüyorum. Ama bunun dışında genel olarak bizim ortaya koyduğumuz kavramların bir karşılık bulduğunu söylemeliyim. Bunlar akademik özerklik, yani üniversitelerin kendi öz yönetimi. Bilimsel özgürlük. Yani akademisyenlerin bilgiyi üretme, aktarma ve yayma açısından tamamen özgür olmaları. Katılımcılık. Üniversitede bütün kesimlerin karar süreçlerine katılabilmeleri, dekanlık ve müdürlük atamalarının seçimle olması gerektiği konusundaki kararlılığımız, akademik kurulların etkin olarak çalıştırılması gerektiğine dair düşüncelerimiz gerçekten çok ciddi bir karşılık buldu. İşin biraz mizahi bir tarafı, biz bilimsel özerkliği, akademik özgürlükleri, demokratik üniversiteyi savunurken, diğer adaylar da aynı sözcükleri kullandılar. Ama ataması yapılan ve şu anda rektör olan kişi demokratik üniversiteden söz ederken seçim sürecinin kendisi antidemokratikti. Hem YÖK’ün baskın seçimi, hem de kendisinin vekil rektör olması sıfatıyla akademik kurullara katılması ve burada seçim çalışması yapması. (Gülüyor) Yani antidemokratik uygulama içerisindeyken demokratik üniversite demiş olmanız bir şey ifade etmiyor. Öncelikle kendimiz inandık demokratik, katılımcı, özgür ve özerk bir üniversitenin, yani başka bir üniversitenin mümkün olduğuna. Söylediklerimiz samimi bulundu. Öğrencileri, araştırma görevlileri, öğretim üyeleri, idari personeli ve taşeron işçisiyle üniversite çevresinde, bizim bütün bu söylediklerimiz çok ciddi bir karşılık buldu. Araştırma görevlileri için çok ciddi bir kadro sorunu var. Kadro dağıtımları eşitsiz bir biçimde, yakınlıklar dikkate alınarak yapılıyor. Akademisyenlerin atamalarında liyakat değil itaat temel alınıyor. 3 binden fazla taşeron işçi çalışıyor şu anda. Bu arkadaşlarımız güvencesiz olarak ciddi riskler altında çalışıyorlar. Sendikalı olmalarının önüne çeşitli engeller çıkartılıyor. Tüm bu koşullar iş cinayeti açısından da sorunlu bir durum ortaya çıkartıyor. Görev tanımı içinde olmayan bir işte çalıştırıldığı için taşeron çalışan bir işçi kardeşimizi kaybettik biz İstanbul Tıp  Fakültesinde. Biz tüm bunlarla ilgili demokratik bir üniversiteyi tanımladık ve ciddi bir destek bulduk. Öğrenciler işin merkezinde olan kesim ve üniversitenin idari mekanizmaları içerisinde temsil edilemeyen bir kesim. Didaktik ya da ezbere dayalı değil, sorgulayıcı, eleştirel, yaratıcılığın olduğu eğitimi temel alan bir üniversite düşündük öğrenciler için. Öğrencilerin sosyal ve kültürel faaliyetlerinin sürekli engellendiğini biliyoruz. Bizimkisi aslında bir üniversiteyi üniversite yapan temel unsurları hayata geçirmek adına bir kararlılıktı ve bu yaklaşımımız gerçekten karşılık buldu. 

‘BU ORANLARI TAHMİN ETMİŞTİM’

Siz 2012 seçimlerinde de felsefe olarak benzer şeyleri savundunuz ama 2015 seçimlerinde oylarınızı yaklaşık ikiye katladınız. Bunu neye bağlıyorsunuz, tahmin ediyor muydunuz bu kadar oy alacağınızı?
Evet, evet. Ben ilk seçimde de, bu son seçimde de, bu oranları yaklaşık olarak tahmin etmiştim. İlk seçimden farklı olarak, İstanbul Üniversitesi Demokratik Üniversite Girişimi olarak sürdürdüğümüz sözünü ettiğim süreç var. Bir de ilk seçimde biraz daha şu hakimdi sanki. İktidara yakın olunduğunda sanki bu bir avantaj olabilir üniversite için. (Gülüyor) Bu üniversiteyi inşaatlar üzerinden gören bir anlayış aslında. Devletin size sağlaması gereken bir yapılanma, iktidara yakın olmanız üzerinden bir seçim vaadine dönüşebiliyor. 2012 rektörlük seçimlerinden önce İstanbul Tıp’ın, Cerrahpaşa Tıp’ın yıkılıp yerinde yapılanmasıyla ilgili vaatler, birçok öğretim üyesi açısından önemsendi, bir beklentiye dönüştü. Ancak, yeniden yapılanmanın başlamadığı, sürekli ertelendiği görüldü. Yani bu beklenti karşılanmadı. Ve görüldü ki, iktidara yakın olmak üniversiteye hiçbir şey katmıyor. Çünkü iktidar bu tür bir ilişki içerisinde kendi yapmak istediklerini üniversiteye dayatıyor. Yani bir avantaj değil, tam tersi bir dezavantaj.  

Yani üniversite bileşenleri bunu gördü diyorsunuz...
Hiçbir şey yapılmadığını gördü. Bu sürecin ilerlemediğini gördü. Birçok yerde öyle. Siyasal Bilgiler’e gidiyorsunuz, barakalarda ders yapılıyor. Avcılar’a gidiyorsunuz bir yapılanma içerisinde ama bir türlü tamamlanmamış... En fazla beklenti alt yapıya, binaların yapılmasına ilişkin iken, bunun bile karşılanmadığı görüldü. Şeffaflık yok. Hangi anlaşmayı yaptınız, kime ne verdiniz? Bunlar bilinmiyor. Vadedilenlerin yapılmaması, gizli bir ajandanın olabileceği şüphesi doğuruyor, tüm üniversite mensuplarını bir belirsizliğe itiyor. Bir de tüm bunlara eklenen o kadar oy almış kişinin bir anda çekilmesi..

Bir de o kişi, yani Yunus Söylet şu anda aday bile değil. Bu konudaki fikriniz ne?
Mesela bu ayrılma biçiminin bize açıklanmasını isterdik. Yunus Söylet’in hangi gerekçe ile ayrıldığını bilmek isterdik. Ama hiçbir alanda açıklık olmadığı gibi bu alanda da bir açıklık olmadı. 
 

‘TALEPLERİMİZİ İLETTİK AMA...’

Siz önceki seçimde seçilecek kadar oy alamayınca çekildiniz ve bu seçimde de seçilecek kadar oy alamayan adaya da aynı biçimde çekilmesi çağrısı yaptınız. Gerçekten çekilmesini bekliyor muydunuz yoksa bunu demokrasinin bir gereği olarak mı dile getirdiniz?
Tabii ki, demokrasinin gereği bir talep olarak dile getirdim. Çeşitli kademelere taleplerimizi ilettik o dönemde. Rektör adaylarına ilettik, YÖK’e ilettik, sıralamayı değiştirmeyin diye. Değiştirdi, gerekçelerini açıklayın dedik. Hangi bilimsel, nesnel dayanaklara bağlı olarak siz böyle bir karar verdiniz dedik. Cumhurbaşkanına aynı şekilde bu seçime bağlı kalınsın diye. Yoksa bu taleplere karşılık verilip verilmemesi ülkemizin demokrasiyle imtihanıdır aslında. 

‘YÖK BENİ 40 DAKİKA DİNLEDİ’ 

Ankara’ya gittiniz. YÖK ile görüştünüz. O görüşmeden çıktıktan sonra neler hissettiniz? Sonuçta siz seçilmiş rektörsünüz, atanacağınıza dair bir güvence hissettiniz mi?
Ben size gözlemimi aktarayım. Üniversitelere yarım saatlik bir süre verilmişti. Yarım saatlik süre, altı adayın altısı da gelmişse aday başına beş dakika anlamına geliyordu. Yani sizin YÖK’ün karşısına çıkarak kendinizi 5 dakikada anlatmanız ve çıkmanız gerekiyordu. Birçok adayda da böyle oldu. Ben 40 dakika kaldım. Bunun anlamını YÖK açıklayabilir ancak. 20 dakikasında kendimi anlattım, çünkü projelerinizi, neler yapacağınızı soruyorlar. Ardından sorulan sorulara yanıt verdim. Sorulara yanıt verirken, düşüncelerimi açıklarken herhangi bir rahatsızlık yaşamadım. Sorularda da rahatsız edici bir durum yoktu açıkçası. Sonucunda herhangi bir olumsuzluk yaşanmamış bir görüşmeydi benim açımdan. 

Mülakatlar konusunda deneyimli bir bilim insanısınız. Ayrıca bilim alanınız bakımından da insanların jest ve mimiklerinden bile sonuçlar çıkarabilirsiniz diye düşünerek soruyorum. Cumhurbaşkanına ikinci sıradaki adayın birinci sıraya konularak gönderileceğine dair bir izlenim hiç çıkmıyor muydu?
Oradan çıkmıyordu. Türkiye’nin mevcut koşulları nedeniyle bunun çıkabileceğini tabii ki düşünüyordum ama bu görüşmeden benim düşüncelerimi merak ettikleri dışında bir anlam çıkarmadım. Ama benim düşüncelerimi nerede nasıl kullandıklarına dair bir şey diyemem (Gülüyor).

YARIN: Eğer atansaydı neler yapacaktı?

ÖNCEKİ HABER

Aleviler sistemi değiştirecek olan HDP’ye destek verecek’

SONRAKİ HABER

‘Tek tip Hindu yaratmak istiyorlar’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...