29 Mart 2015 01:02

‘Esad devrilmediyse Sünnilerin sayesinde’

Suriye’ye ilişkin önemli haber kaynaklarından biri olarak gösterilen ve Suriye’de yaşayan Gazeteci Hediye Levent’le savaşın geldiği noktayı ve ülkeyi konuştuk. ‘Suriye’de her şey var, mezhep savaşı yok’ diye konuşan Levent, Esad’ın iktidarda kalmasını sağlayan asıl gücün de ülkenin çoğunluğunu oluşturan Sünniler olduğunu söyledi.

Paylaş

Faruk AYYILDIZ 

Suriye’de devam eden savaş, dördüncü yılını geride bıraktı. Yüz binlerce insanın yaşamını yitirdiği, cihatçı örgütlerin kendileri adına büyük bir alan yarattığı Suriye’de savaş kısa sürede bitecek gibi de görünmüyor. Suriye’ye ilişkin önemli haber kaynaklarından biri olarak gösterilen ve Suriye’de yaşayan Gazeteci Hediye Levent’le savaşın geldiği noktayı ve ülkeyi konuştuk. ‘Suriye’de her şey var, mezhep savaşı yok’ diye konuşan Levent, Esad’ın iktidarda kalmasını sağlayan asıl gücün de ülkenin çoğunluğunu oluşturan Sünniler olduğunu söyledi. 

Röportaja sizden başlarsak, ne zamandır Suriye’de çalışıyorsunuz, neler yapıyorsunuz? 
2008’den beri Suriye’deyim. Son 4 yıldır serbest olarak çalışıyorum. 2011’e kadar, yani Türkiye-Suriye ilişkilerinin çok iyi olduğu dönemde daha çok resmi ziyaretler ve gelişmeleri takip ediyordum ancak son 4 yıldır Suriye’deki durum malum. Kriz, krizin askeri, ekonomik, sosyal vs boyutlarını izliyorum. 

Savaşın yanında yaşam da devam ediyor. Şam’daki gündelik hayatın akışına ilişkin neler söylersiniz?
Şam başkent ve yönetim için kırmızı çizgi, halk için psikolojik eşik. 2011 Mart ayından beri Şam’da devlet kurumları açık, okullar, hastaneler, bankalar vs... Maaş ödemelerinden eğitime kadar kaydadeğer aksama olmadı. Zaman zaman, özellikle Lübnan sınırındaki Kalamun bölgesinde çatışmaların yoğunlaşması ve Şam’a nakliyatı sağlayan otobanın da o bölgeden geçiyor olması nedeniyle yiyecek-yakıt vs temininde sıkıntılar oldu. Yine Şam banliyölerindeki çatışmalar merkezden duyulabilecek kadar yakın, banliyölerden atılan roket-havanlar da sık sık kent merkezine düşüyor. Ancak bütün bunlara rağmen günlük hayatın akışı sürdü, sürüyor. 

Şam merkezde (görünüşte) ülkedeki durumu gösteren ve göze çarpan tek anormallik kontrol noktalarının varlığı... 
Krizin başlaması ile birlikte 7-8 milyon insan ülke içinde yer değiştirdi. İç göç alan kentlerin başında da Şam geliyor. Göç, beraberinde bir takım sosyal sorunlar da getirdi. İşsizlik, ülkedeki olağanüstü duruma ek olarak yönetimin çarşı-pazarı kontrol edememesi nedeniyle fiyat artışları, yolsuzluğun yarattığı karaborsa ve tüccarlar, ev kiralarının 8-10 katına çıkması vs... Sokakta daha çok dilenci var, fuhuşun arttığı da söylentiler arasında, yine ucu güvenlik birimlerinden siyasilere kadar uzanan çeteler, yeni suç türleri de Şam’ın son birkaç yıllık gündemi.  

Şam dışında Humus, Hama, Lazkiye, Tartus gibi kentlerde, merkezde günlük hayat devam ediyor. Kent çevresindeki çatışmanın şiddetinden doğrudan etkilense de Halep merkezde de de kentin şartlarına göre akan bir günlük hayat var. 

 

ABD cephesinden gelen açıklamalar da oldu. Bu açıklamaların Suriye’deki etkilerine ilişkin gözlemleriniz neler oldu? 
Dünya medyasında "flaş flaş" diye geçen haberler Suriye içinde halk arasında ya da basında pek yer bulmayabiliyor, özellikle de ABD cephesinin tavrı ve açıklamaları...

Esad yönetimi ve Suriye Dışişleri Bakanlığı açısından ise, bu açıklamalara 2011 öncesinin politik zemini üzerinden bakış sürüyor. 2011 sonrası resmi düzeyde Suriye’nin bu tip açıklamalara verdiği tepkileri “Suriye bağımsız ve egemendir”, “Esad meşrudur”, “Esad’ın halk desteği var” yaklaşımları üzerinden şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla ABD’den gelen son açıklamalar benzeri açıklamalara “diplomatik savaş” algısı çerçevesinde tepkiler veriliyor.
Zaman zaman dünya gündeminin üst sıralarına tırmanan resmi açıklama ve salvolardan bağımsız olarak ABD politikasının gidişatına dair Şam’ın görüşü ne diye sorarsak, Şam’ın bakışını şöyle özetlemek mümkün: “IŞİD ve benzeri radikal oluşumların kontrolden çıktığı ve sadece bölge ülkelerini değil Avrupa ülkelerini bile doğrudan tehdit edecek hale geldiği giderek daha iyi anlaşılıyor. ABD cephesi dahil vekalet savaşı içinde az ya da çok katkısı olan bütün kesimler bu tehditle mücadele etmek zorunda.” 

 

Merak edilen bir diğer konu; Kürtler ile rejimin ilişkisi. Rejim cephesinden ‘Kürtlerle görüşmeye hazırız’ açıklaması da gelmişti. Siz nasıl yorumlarsınız?
Suriye’de resmi ideoloji Arap milliyetçiliği fikri üzerinden şekillenmiş. Bu ideoloji Araplaştırma politikasını da doğurmuş. Kürtlerle Suriye yönetiminin arasındaki ilişki, bu resmi ideolojiyle birlikte çeşitli nedenlerle, Kamışlı’da olduğu gibi zaman zaman isyanların kanlı bir şekilde bastırılması, Kürtlerin bir kısmının yıllarca kimlik alamaması gibi iç içe geçmiş sorun yumağı şeklinde. Ancak 2011 Mart ayı itibariyle Suriye Kürtleri ile yönetim arasındaki ilişkiyi zorunlu bir anlaşmaya dönüştüren yeni bir süreç başladı ve iki taraf da birbirine açıktan cephe açmadı. Bazı Kürt gruplar “rejimle de savaşıyoruz” dese de Kamışlı’da, Haseke’de, Halep’te YPG de var Suriye ordusu da... 

Bu konuda PYD sık sık eleştirilse de Suriye Kürtlerinin “ÖSO’ya da Suriye ordusuna da kapıyı kapatmayan” politikası 4 yılın sonunda önemli kazanımlar sağladı. Suriye Kürtleri kuzeyde Türkiye, güneyde Suriye ordusunun arasına sıkışmış bir şekilde, Arap aşiretlerinin ve yönetim yanlılarının da yaşadığı bir bölgede ne kadar direnebilirdi? Yine, 2 yıl öncesinde el Kaide uzantılı örgütlerin saldırılarından kaçanlara Irak tarafındaki sınır kapısının kapatılması gibi olayları da hatırlayacak olursak bölgedeki Kürt oluşumlar arasındaki çatlaklar Suriye Kürtlerinin durumunu oldukça güçleştirebilirdi.
Şam’dan bakınca, Kürtlerle yönetimin karşılıklı politik duruşu bu şekilde görünüyor ancak “askeri yardımlaşma var mı yok mu, varsa ne boyutta” sorularının cevapları muğlak. Bazı Kürt gruplar “kesinlikle yardımlaşma yok” derken, yönetimden ise “silah ve destek verdik, belgelerimiz de var” açıklamaları yapılıyor.
Şunu da ekleyebiliriz, 2011 başından itibaren Kürtlere yönelik açılım sayılabilecek birtakım adımlar atıldı. Kimliksiz Kürtlere kimlik verilmesi, Şam Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açılması ve en önemlisi Suriye Kürtlerinin Şam’ın gündeminde tartışılmaya başlanması gibi...
“Kürtlerle görüşebiliriz” açıklamasını Enformasyon Bakanı Ümran Zobi yapmıştı. Geçtiğimiz hafta Zobi ile yaptığım röportajda o açıklamayı ve tam olarak neyi kastettiğini sordum. Zobi, “Bağımsız bir devlet ya da iç işlerinde tamamen bağımsız bir yapıyı kastetmediğini”, “Suriye’deki merkezden idare anlayışının yerine mahalli idarelerin güçlendirildiği bir yapının geliştirilebileceğini ve bunun Kürtleri de kapsayacağını” söyledi. 
Şu anda boyutu, içeriği tam olarak anlaşılamasa da Kürtlerle yönetim arasında zımni bir anlaşma var. Kürt cephesinden “özerklik talepleri olduğuna” dair açıklamalar geliyor zaman zaman ancak kastedilen özerkliğin çerçevesinin ne olduğunu detaylı bir şekilde açıklayan olmadı şimdiye kadar. Diğer taraftan Zobi’nin cevabından da anlaşılacağı üzere, Şam’ın “Kürtlerin özerklik talebini dil ve kültürel haklar tanınması, yerel idarelerin geliştirilmesi çerçevesinde algıladığı” söylenebilir.

 

Suriye rejimi Rojava modelini kabul eder mi? Ek olarak ‘Cihatçı örgütlerle savaş bittikten sonra rejim, Kürtlerle de savaşacak’ öngörüsü, algısı var... 

Kürt Milletvekili Ömer Usi, kendisiyle yaptığım röportajda Zobi gibi, yerel idarelerin geliştirilmesi gerektiğini vurguladı ve “Kantonlarda elde edilen tecrübenin değerlendirilebileceğini” söyledi. Şam’da karar verici mekanizmanın fikri nedir, ne yapacak bilmek mümkün değil ancak gerek resmi söylemler ve gerekse ülkede hızla yükselen Suriye milliyetçiliği gibi eğilimlere bakarak “özerklik talebinin pek hoş karşılanmayacağı” söylenebilir. Çünkü bu durum Kürtlerle sınırlı kalmayabilir ve Dürziler, Aleviler ya da diğer etnik unsurlardan da benzer talepler yükselebilir ki ülkenin kantonlara ayrılmasına kadar gider bu süreç... 

Kriz bittiğinde yönetim ile Kürtler savaşacak diyen de var, uzlaşacak diyen de... 2-3 yıl sonra ülkedeki ve gerek Irak-Suriye-Türkiye Kürtleri arasındaki ilişki ve gerekse bölgede koşullar neyi getirir, şimdiden tahmin etmek güç. Ancak Şam’da bir anayasa değişikliği yapılması, Kürtlerin ikinci asli unsur sayılması gibi bir takım girişimlerin sürdüğünü biliyoruz. 

Peki, Suriye sokaklarındaki ‘Türkiye’ algısı ne durumda, insanlar neler söylüyor? 
Türkiye algısı konusunda 2011 dönüm noktası oldu. Geçtiğimiz 4 yıl içinde Suriye’de de Lübnan’da da Türkiye’nin imajı ciddi anlamda zarar gördü. Her ne kadar resmi açıklamalarda “Türkiye hükümeti ile Türk halkı arasında fark var” vurgusu dikkat çekse de özellikle halk arasında Türkiye’nin dış politikasına tepki var. Buna ek olarak “Türkiye’nin IŞİD ve Nusra Cephesi gibi el Kaide uzantılı yapıları desteklediği, Türk ordusunun bu örgütlerle işbirliği yaptığı” şeklindeki algı ve söylentiler giderek artıyor. Yine muhalif çevrelerde Türkiye’yi “ağır davranmakla, sözünü tutmamakla” suçlayanları da görmek mümkün.

Türkiye’deki yandaş medya dahil olmak üzere Suriye için ‘mezhep savaşı’ diyenler de var... 
Suriye’de tabandan tavana yolsuzluk var, demokratik bir yapıdan söz edilmesi mümkün değil, insan hak ve özgürlükleri konusunda yönetimin sicili malum, tek parti iktidarı, gelir dağılımındaki uçurumun her geçen yıl açılması vs hepsi ve daha birçok olumsuzluk var ancak olmayan tek şey mezhep savaşı. 
Suriye’deki ayaklanmayı “mezhep savaşı” varmış gibi göstermek aslında  “ayaklanmayı mezhep savaşına dönüştürme çabası...” Ülke içinde göç eden insan sayısı 8 milyona yakın, Lazkiye gibi “Alevi kenti” olarak bilinen yerlerde yüz binlerce Halepli yaşıyor. Rakka’dan, Deyr Ez Zor’dan, Dera’dan, İdlip’ten milyonlara insan ülke içine aktı. Suriye’de Alevi-Sünni vs diye Lübnan benzeri mahalleler, kurumlar bölünmüş değil. Kaldı ki, ordu ve dışişleri bakanlığı ülkenin iki temel kurumu ve ikisi de bölünmedi. Şu da var, ülkede 4 yıldır devam eden savaşa rağmen yönetim ve devlet çökmediyse bu Sünnilerin sayesinde oldu. Ekonomide Sünni işadamları, tüccarlar çok önemli bir bölümü oluşturuyor. Yönetimden ayrılabilir, yüklü miktarda parayı ülke dışına çıkarabilirlerdi, Sünni kesim ülkede çoğunluk, yarısı ayaklansa yeterliydi... Geçtiğimiz yaz Halep’teydim, Halep Sanayi Odası bünyesindeki Sünni işadamları ile de görüştüm, Halep’i bile terk etmemişler... 

Doğu Perinçek ve ekibinin, Esad'a AKP'nin ilişkileri restore etme mesajını götürdüğü iddiaları da var... 
Resmi açıklama da kulis bilgisi de yok, bir şey söyleyemem. 

Suriye rejiminin Türkiye’deki seçimlerden bir beklentisi var mı?
Esad yönetiminden Türkiye’ye dair yapılan bütün açıklamalarda “Türkiye hükümeti, Erdoğan hükümeti” (ki son zamanlarda “Erdoğan rejimi”) ifadeleri kullanılıyor. Şam’da Erdoğan-Davutoğlu idaresinin zayıflaması gibi bir beklentileri var ancak seçimlere yönelik beklentilerin açıklandığı bir resmi açıklama vs yapılmış değil.

GAZETECİLER İÇİN RİSK VAR

Savaş sahasını takip eden bir gazeteci olarak mutlaka zorluklarla da karşılaşıyorsunuz...
Biz gazeteciler için birçok risk var. Mevcut güvenlik sorununa ek olarak fidyeci örgütler de ekstra sorun... Bunun dışında bilgi edinmek, bilgiyi teyit etmek, gün içinde birkaç kez el değiştiren bölgelerin olduğu bir ortamda sürekli takipte olmak zorlayıcı. 

Savaşın yoğunluğuna rağmen Suriye’yi terk etmediniz...
Böylesine önemli ve neredeyse her kesimin yorum yaptığı bir süreçte Şam’daki yabancı gazeteciler olarak biz niye bu kadar azız ya da siz niye yoksunuz?

SAVAŞ SAHASINDAKİ SON GELİŞMELER

İnsanların savaş sahasına ilişkin takip ettiği gazetecilerden biri sizsiniz, sahadaki son durum ne?
Sahadaki en büyük silahlı güçler Suriye ordusu, IŞİD, Nusra Cephesi, İslami Cephe, YPG, ülkenin diğer kentlerinde pek varlık gösteremese de başken Şam çevresinde olması sebebiyle İslam Ordusu ve çok dar bir çevrede varlığı devam eden ÖSO... Bunların dışında yüzlerce silahlı grup var. Sık sık yeni oluşumlar kuruluyor, gruplar arası transferler, ittifaklar, biatlar vs takip edilmesi oldukça güç bir tablo var.
Krizin silahlı boyutuna dair ülkenin genelini ifade etmek pek mümkün değil, kent kent konuşmak tabloyu daha sağlıklı verebilir. 
Çatışmaların sınır bölgelerinde yoğunlaştığını söylemek mümkün. Ürdün, Lübnan, Irak ve Türkiye sınırına yakın bölgeler ya çatışmaların sürdüğü ya da her an çatışma riskinin olduğu yerler.
Güney cephesi olarak adlandırılan Dera-Kuneytra hattından Süveyda kentine kadar uzanan bölge son birkaç haftadır çatışmalar çok yoğun bir şekilde sürüyor. Önceki gün İslami Cephe ve Ahrar-u Şam, Dera ile Süveyda arasındaki Busra Eş Şam’ı ele geçirdiğini duyurdu. Busra Eş Şam, Durzilerin yoğun olarak yaşadığı Süveyda’ya yakın bir noktada, yine Dera çevresinde de şiddetli çatışmalar yaşanıyor.
Kuneytra kenti Suriye-İsrail sınırındaki Golan bölgesinde. BM raporlarına da yansıyan İsrail’in yaralı tedavi etme, koordinat-lojistik sağlama ve bazı iddialara göre destek niyetine topçu atışları gibi fiili yardımları ile Nusra Cephesi’nin de içinde olduğu silahlı grupların kazanımları var.
Lübnan sınırına paralel Kalamun bölgesi olarak bilinen Humus-Şam kırsalı geçtiğimiz yıl çok şiddetli çatışmalara sahne olmuştu. Şam-Humus-Hama kırsallarının olduğu ve Halep’e uzanan şerit üzerinde yer yer çatışmalı bölgeler var bu bölgede esas savaş Kalamun denilen arazide devam ediyor. Kalamun, silahlı gruplar için Lübnan üzerinden lojistik hattı. Geçtiğimiz yıl, Suriye-Lübnan sınırındaki Kuseyr gibi birkaç yerleşim biriminin Suriye ordusunun eline geçmesi ile silahlı grupların Lübnan’dan Şam kırsalına uzanan lojistik hattı ciddi darbe almıştı. Bir süre devam eden sessizliğin ardından son birkaç aydır o bölge tekrar ısınmaya başladı. Lübnan’ı da doğrudan ilgilendiren Kalamun bölgesinde Nusra Cephesi, kısmen IŞİD, Suriye ordusu, Lübnan ordusu ve Hizbullah arasında giderek artan yoğunlukta çatışmalar var.
Suriye’nin kuzeyinde Lazkiye’nin Türkiye sınırına yakın Selma, Haffe gibi kasabalar birkaç yıldır çatışmalı bölgeler. 
Yine Halep-İdlip çevresi yoğun çatışmalı bölgelerden. 28 Mart itibariyle İdlip Nusra Cephesi, Ahrar u Şam gibi grupların içinde olduğu Fetih Cephesi’nin kontrolüne geçti. 
Halep çevresinde Suriye ordusunun kuşatma operasyonu sürerken, kentin kuzeyinde de IŞİD’in etkinliğini giderek arttırdığını söyleyebiliriz. Irak sınırındaki Deyr Ez Zor gibi kent kırsallarında IŞİD en etkili yapı. Rakka kenti 2 yıldan fazladır IŞİD’in kontrolünde zaten. 

Cihatçı örgütlere karşı özellikle Alevi kasabalarında ‘Halk Savunma Birlikleri’nin oluşturulduğunu da okuyoruz...

“Ülkede çatışmaların birçok yere sıçradığı ve ordunun her yere yetişemeyeceği” gerekçesiyle Yerel Koruma Komiteleri adı altında bir oluşum teşkil edildi. “Herkes kendi mahallesini korusun” fikri ile özetlenebilecek bu oluşum bütün kentlerde var. Mahalle ve kasabalarda silah kullanabilecek olan büyük kısmı genç kadın ve erkeklerden oluşan gruplara ordu tarafından silah dağıtıldı ve eğitim verildi. Mesela Hristiyanların yoğun olduğu bir mahallede YKK Hristiyan ağırlıklı, Sünni ağırlıklı bir yerde Sünni, Alevi yoğun bölgede de Alevi... Deyr Ez Zor ve Haseke gibi bazı kentlerde yönetim yanlısı bazı büyük aileler ve aşiretler de bu oluşum çerçevesinde silahlandırılıp eğitildi.  

HİZBULLAH VE İRAN'IN VARLIĞI 

Hizbullah, İran Suriye’de varlar. İran, ilk günden itibaren Esad yönetimine desteğini açıkladı, iki ülke arasında İran-Irak savaşı dönemine uzanan ilişkiler ve stratejik işbirliği anlaşması var. Hizbullah da Suriye-Lübnan sınırındaki Kalamun bölgesindeki çatışmalarda sınırın Lübnan tarafını tutarak sahaya dahil oldu ancak sıkça gündeme gelen iddialarda öne sürüldüğü gibi 2011 başından itibaren Suriye’de aktif olarak savaştığı doğru değil. Şam’da bulunan ve Şiilerce kutsal sayılan Seyyide Zeynep türbesinin korunması için Hizbullah’tan bir grup Suriye’ye geçti ancak Hizbullah’ın Suriye’deki savaşa aktif olarak dahil olduğu dönem 2013 bahar ayları.
Suriye’de Rusya da var, Suudi Arabistan da... Bunların dışında onlarca aktörün katıldığı bir vekalet savaşı sürüyor ülkede. Yine Rusya’nın Suriye’deki varlığı her anlamda İran’dan daha fazla ancak öne çıkarılan İran... Ya da Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Suriye’ye demokrasi çağrısı yapıp muhaliflere silah vs desteği vermesi normal ancak İran ve Hizbullah’ın varlığı sürekli gündemde. 

EĞİLİMLER GELECEĞE GÖRE BELİRLENİYOR

Aleviler ya da azınlıklar Esad’a tapınmıyor, onun için ölmeye hazır haldeler durumu filan yok. Aleviler içinde Esad’a yönelik ciddi tepkiler var. Kısacası insanlar tepkilerini, eğilimlerini kendi geleceklerini düşünerek belirliyor. Muhalifler ülkenin geleceğine dair bir vizyon, nasıl bir yönetim vaadettiklerine dair program ortaya koyabilselerdi, ayaklanmanın başından itibaren mezhepçi çevrelerden kendilerini sıyırabilselerdi süreç çok çok farklı ilerlerdi. İnsanlar bugün de, 4 yıl önce taraflarını seçerken göz önüne aldıkları kriterlere göre hareket ediyor. “Ülke bölünecek mi? Irak senaryosu yaşanır mı?”, “4 yıldır insani, askeri, ekonomik açıdan kriz yaşanıyor. Kriz bittikten sonra böyle bir yıkımın altından kalkabilecek tecrübeye, vizyona sahip olanlar kimler?” vs vs... Esad’ın gitmesi bu kriterlere göre, halkta umut yaratabilecek lider ya da yönetici kadro adaylarının ortaya çıkmasına bağlı diyebiliriz. 

Suriye’de insanlar çok sıkıntılı bir çıkmaza yuvarlandı. Yönetimden nefret eden, elinden gelse bugün yönetimi düşürecek olan her din ve mezhepten milyonlarca insan var ancak kriz, en baştan vekalet savaşına dönüştü ve “ülkenin bölünmesi, devletin yıkılması, Irak senaryosu” endişeleri yönetimle hesaplaşmayı geri plana itti. Ancak vekalet savaşını bir kenarda tutarak şunu söylemek mümkün, “herşeye rağmen Suriye’de dönüşüm başladı, çatışmalar hafiflemeye başladığında şimdiye kadar dişini sıkan insanlar yönetimle hesaplaşmayı ön plana alıp, değişim için baskısını arttıracak.”

ÖNCEKİ HABER

'Çocuk gelin'lere ‘Yakından Bakmak’

SONRAKİ HABER

‘Mendilimde Kan Sesleri’nin Ahmet Ağbi’sini kaybettik!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa