21 Mart 2015 00:52

Türker Ayyıldız ile Şikeste üzerine

Türker Ayyıldız: Edebiyat uzun süredir insanla ilgilenmedi. Gazetelerin ekonomi, kültür, spor sayfalarının adamlarını sevdik biz. Yahut magazindeki kadınlar gibi olmak istedik. Bu kitaptaki tüm öykülerin yaşamda yeri var.

Paylaş

Cengiz KILIÇER
İstanbul

İlk kitabı “Vapurlara Küsmek” ile 2011 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü alan Türker Ayyıldız’ın ikinci kitabı Şikeste on dört öyküden oluşuyor; Ayyıldız’ın öykülerinin odağında edebiyatın kıyısında kalmış “sıradan” ve “küçük” insanların büyük serüvenleri yer alıyor. 

Kitabında yer alan öykülerin tümünde açıklık, duruluk, yalınlık, akıcılık görülüyor. Kolay yolu (postmodern) varken, aslında zor olan yolu “açık ve anlaşılır” seçmişsin? 
Bunu belirleyen şey sanırım okuduklarımız. Nasıl beslenmişsek, nasıl duyumsamışsak, damıtılması da öyle oluyor. Yani ilk tercihi orada yapıyoruz bence. En başa dönersek, -en azından kendi adıma- hikayeci olacağımı hiç öngörmedim. Hikayenin güzelliğini keşfedince başladı her şey. Şiir yazdım bir dönem, orada da içine biraz hikaye sızmıştı. Tabii bir de metni ne için yazdığınız önemli. Burada böyle yazmanın doğru olduğunu yahut ötekini yazanların yanlış yaptığını, kötü yaptığını asla söylemiyorum. Çok güzel işler çıkarıyor edebiyatımız. Ama sizin sorunuza cevap olarak, “insan” demek istiyorum. 

EDEBİYATIN KIYISINDA KALMIŞLARIN ÖYKÜLERİ

Hikayelerinde “Toplumun kıyısında kalmış kırgın, yıkık, dayanıklı ve bıçkın insanları mı” anlatıyorsun...
Aslında toplumun değil de “Edebiyatın kıyısında kalmış” daha uygun bir tanım olurdu. Edebiyat uzun süredir bu insanla ilgilenmedi. Gazetelerin üçüncü sayfasına sıkıştırdık onu. Ekonomi, kültür, spor sayfalarının adamlarını sevdik biz. Yahut magazin eklerindeki kadınlar gibi olmak istedik. Bu kitaptaki hemen hemen tüm öykülerin yaşamda yeri var. Haber haliyle her an karşılaşıyoruz. “Falanca ilin, falanca ilçesinin, falanca beldesinde meydana gelen hızlı tren kazasında ilk belirlemelere göre 89 vatandaşımız hayatını kaybetti” cümlesinde bir yakınımız yoksa kanal değiştirerek sorunu bertaraf ediyoruz. Ama o kazada sıkıştığı yerde bebeğini kaybeden bir annenin kafayı sıyırması “acı” oluyor. O kadın için toplumun kıyısında kalmak ne kadar önemli olabilir. Dikkat çekme, algı yaratma olabilir diye düşünüyorum. 

“Vapurlara Küsmek”ten, “Şikeste”ye dek öykülerindeki üslubun, kahramanların aslında öykücülüğümüzde var olan ama onu hem kapsayan hem de aşan bir yerin var... 
Öykücülüğümüzün içinde bir yerim var mı? Çok büyük bir parametre… Tevazu için söylemiyorum. Henüz ikinci kitabı yayımlanmış biri olarak bunu düşünemem. Bu çok erken... Ama böyle düşündüğün teşekkür ederim. Teknik kısmına gelirsek; yetiştiğim coğrafyanın durağanlığı, bu durağanlık içinde bir oyun halini almış anlatma, paylaşma, haber verme, merak uyandırma geleneği herhalde ilk tomurcuklardır. Hikayeyi, edebiyatı sevmem önemli bir etmendir. İnsanla barışıklığım, şiirle olan eski sevgililiğim önemlidir, diye düşünebilirim. 

“Kırlangıç Meselesi” öykün sanki sürreal bir şiir gibi geldi bana. Mazhar’ın Osman hali ya da Osman’ın Mazhar hali, gişe memuresi, Keşanlı garson… 
Çok sevdiğim öykülerden biridir. Hep deriz Tanrı biraz da “Hikâyeye şans verecek,” diye. Anlatıcı rolündeki adamın zihin oyunları evet biraz sürreal gibi. Karşısındaki takıntılı adamla ilişkileri hem çok yakın hem çok uzak. Her şeye bu kadar titizlenirken, “Sevmediği ot yuvasının dibinde” bitiyor. Hem o adamın küçük dünyasındaki boş vermişlik beni bile kıskandırdı. Gidilemeyen yol, inilen istasyon olmazsa, olmazdı. 

İz bırakan yazarlarımız kimlerdir diye düşündüğümde ilk aklıma gelen isimler Orhan Kemal, Sait Faik, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, unuttuğum isimler de vardır elbette. Tüm bu yazarlarımızın edebiyatla ve dünyayla ilgili bir dertleri, sorunsalları vardı. Türker Ayyıldız’ınki nedir? 
Tabii ki saydığın isimler baş tacımız. Vüs’at O.Bener, Oğuz Atay ilk ekleyeceklerim. Dünya ile ilgili, memleketle ilgili sorunlarımız malum. Burada altını çizmeye gerek yok. İki çocuk babasıyım, onların eğitimleri ile ilgili yahut gelecekleriyle ilgili ciddi kaygılarım var. Çocuğunuzu ekmek almaya, kartopu oynamaya gönderemiyorsanız, büyüyüp birey olmasını nasıl beklersiniz. Büyük bir cinnet ve paranoya halindeyiz. Ne oldu? Nasıl bu hale geldik? Bir yerde soluklanacak mıyız? Bütün bunlardan sonra edebiyatla ilgili sorunlar gülünç olmaz mı? Zaten hepimizin bildiği şeyler değil mi onlar? Yüzyıl önce varmış, yine var. Yarın yine olacak. 

ÖNCEKİ HABER

Görmedik, duymadık, hatırlamıyoruz

SONRAKİ HABER

Unutmadan önce hatırla…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...