21 Şubat 2015 01:04

İskeleden düştüm şans eseri kurtuldum

İnşaat işçileri Evrensel gazetesine yazdıkları mektuplarla, çalışma koşullarını, alınmayan güvenlik önlemlerini, ücret düşüklüğünü anlattılar. İşçiler yaşadıkları sorunlara karşı örgütlenme vurgusu yaptılar

Paylaş

Edip ÇETİN/İnşaat İşçisi/İstanbul

Tarım işçilerinde çavuş-dayıbaşı sistemi var. Bizim sektörde de kalfa sistemi var. Büyük inşaat tekelleri işlerini taşerona veya kalfalara verirler. Kalfa da işi aldığı zaman işçiye değer vermez. Yemek vermez, yol ücreti ödemez. Haftalık ücret ödemelerini en az bir aya hatta üç aya çıkarırlar. İş emniyeti yok. Bizim ne kadar ücret aldığımıza dair bir bordro yok, bir belge yok, bir makbuz yok. Emniyet kemeri, baret, eldiven gibi iş güvenliği malzemelerini bile para ile satın alırız. 10 kat yukarıda ip cambazı gibi çalışırız. Çok ölümlü ve sakat kalma iş cinayet ve kazaları yaşıyoruz. Ben iskelede düştüm şans eseri kurtuldum ama üç-dört kaburgam kırıldı. Elim zedelendi hâlâ sakat sakat çalışıyorum. Çanakkale’de bir inşaatta çalışırken emniyet kemersiz çalışıyorduk 8 katlı olan bu binanın 6 katında dengesini yitiren Celal adlı işçi arkadaşımız düşerek öldü. Kim öldüye gitti. Ailesine bir tazminat ödenmedi. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri biz örgütlü olursak uygulanır. Onun için örgütlenmemiz şart, önce İstanbul düzeyinde, sonra ülke düzeyinde bir araya gelip 2.5 milyon inşa-at işçisi olarak el birliği yapmalıyız. Tüm işçi sendikaları ve onların bağlı olduğu konfederasyonları da yanımızda olmaya çağırıyorum. Desteklerini bekliyoruz. Sınıf dayanışması daha bir zorunlu olmuştur. 110-120 liralık yevmiyelerimiz günlük olarak eriyor. Sigortamız bile yok. Bu insanlık mı? Köyümüzden, yurdumuzdan olduk. Başka mesleğimiz yok ne yapalım yani?


İşçi ücretlerini işçi temsilcileri ve komiteler belirlemeli

Selim YALÇIN 
İnşaat İşçisi/İstanbul

12-13 yıldır inşaat sektöründe çalışıyorum. Bir kere sigortamız yok. İnsan yerine konulmuyoruz. Tüm AVM’leri yapan biziz. Ama boyalı iş elbiselerimizle buralara yemek yemeye veya çay içmeye gittiğimizde bize tiksinilerek bakılıyor. Öğlen yemeği yok. Yol ücreti yok. Bekar odalarında bulaşıcı hastalıklarla boğuşuyoruz. Kış olunca iş bulamıyoruz. 6 ay iş var, 6 ay yok. Tüm sağlık giderlerini biz karşılıyoruz. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini belirleyen maalesef paradır. Para fazla gidiyorsa patronlar, taşeron firmalar ve aracı kalfalar bu tedbirleri almıyorlar. Biz de hayatlarımızdan oluyoruz. Artık sektörde işçi ücretlerini işçi temsilcileri ve onların komiteleri belirlemelidir. Bu komitelerin kurulması için öncelikle bizim örgütlü olmamız lazım. Bunun temellerini atmalıyız. Bağımsız bir sendika kurmak veya olan kurulu sendikaları tartışmak örgütlenmemize hizmet eder. Mesela Kemerdere mevkiindeki METRO GARDEN AVM Çarşı inşaatında işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri uygulanmadığı için dört işçi arkadaşımız zehirlenerek yaşamını yitirdi. Ne bir dava açıldı, ne de inşaat şirketi ceza aldı. Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Örgütlü bir durumumuz olsaydı bunun hesabı sorulurdu. Şimdi tüm arkadaşlarıma çağrım şudur. Her bir binada işçi olarak çalışan bizler bir araya gelmeliyiz, örgütlenmeliyiz. Yoksa daha çok kanımızı bu keneler emer. İnsan olduğumuzu gösterelim bu kenelere vicdansızlara.


Bu koşullarda iş kazası olmaması kaza

Serdar BULUT İnşaat İşçileri Birliği/İstanbul

Türkiye artık dev bir şantiye ve bu şantiye, rantıyla beraber örgütsüz ve sahipsiz işçilerin omuzlarında yükseliyor. Öyle ki, inşa edildikten sonra ülkemizin yüzde 70 olarak istatistiklere girmiş olan kısmının almayı hayal edemediği bu ışıl ışıl binalar, inşa edilmeden önce, pek çok emekçinin mezarı, ailesini geçindirmek için, tüm çalışma hayatı boyunca kazandığı paranın kat ve kat fazlasıyla tedavi ettiremediği birçok meslek hastalığının kaynağı oluyor.

İşçilerin yabani canlıları dahi bıraksanız yaşayamayacağı konteyner koğuşlarda yaşamasına, gün boyu harcayacakları enerjiyi, kurtlu ve bozuk yemeklerden sağlamasına, güvencesiz ve iş güvenliksiz koşullarda çalışmaya mahkum olmasına neden olan ve önüne geçilmezse işçi mezbahasına çevirecek olan asıl olgu taşeronluk sistemi.
Malum olduğu üzere, ülke devasa bir şantiyeye dönünce, yağma Hasan’ın böreği misali, ülkenin asalakları yumuluveriyorlar ülkenin üzerine. Tapular, imar izinleri havada uçuşuyor. Arazilerden, tapulardan deveyi hamuduyla götürünce bir kısım, bir başka kısım da yükleniyor işçinin sırtına.
Binaların tapuları “kitabına” uydurulup yenmeye hazır hale geliyor önce, projeler çiziliyor ve artık son aşama işçinin iliğinin kemiğinin emilmesi kalıyor. Bu sektörde de madende olduğu gibi büyük şantiyeler yani kaymak iktidarda olan partinin yakınında bulunanlara kalıyor. Büyük şantiyelerde yapılan ve yanlış bilmiyorsam 28 kalem iş var. Bunlar sırasıyla, kaba inşaat kalemleri, ince inşaat kalemleri olarak inşaatın evrelerine göre ayrılıyor. Yapılacak olan işin büyüklüğüne göre kâr oranı da o kadar büyük oluyor, bu da haliyle bir işi taahhüt edip yapmak ve belirli bir zamanda sadece bir işe angaje olmak yerine, işi alıp kendisinden daha küçük ve taşeron, alt taşeron gibi alt firmalara devrederek para kazanmayı cazip hale getiriyor. Ana yüklenici firma sadece işi yapıyor görünerek işin büyük payını alırken kar topu yuvarlana yuvarlana en alt taşerona intikal ettiğinde artık kârı çok fazla olmayan bir tutarla iş yapılmış oluyor. Tabii burada durum taşeron açısından o kadar da dramatik değil. O da nasıl kâr edileceğini biliyor haliyle…
Bu noktada bir güç dengesi kuralı işliyor, büyük güç unsuruna yaslanan her anlamda kayrılıyor. En alt taşeron ise üst taşeronların çalışmadan kazandıkları paraya ilişemediği için de fatura en sonunda işçiye çıkıyor. Bu işleyiş in-şaatın evresine göre her iş grubuna göre aynı şekilde işliyor. 
İnşaatın artık ete kemiğe büründüğü noktaya kadar, güç ve nüfuz ilişkileriyle rantını garanti altına alan üst firmaların görece daha az kârlarla en alt taşerona iş yaptırması, beraberinde en alt taşerona kârını koruma ve artırma “hakkı”nı veriyor. İşçinin başında, zebani gibi bekleyen formen denilen sektörün “dayıbaşı”ları eliyle toplama kampı mantığı işliyor.
Önce o kâr için nereden saldırabiliyorsa oradan saldırıyor işçiye. Verebileceği en düşük yevmiyelerle işçiler çalıştırılıyor. Ama onunla bitmiyor, etinden, kemiğinden, kısacası neresinden saldırabilirse oradan saldırıyor işçiye.
O kâr öyle bir şey ki;
Korunması için yemeğin en ucuzu kurtlusuysa o yeniyor. Gün boyu bu kadar ağır ve beden tüketen işler yapan işçiye reva görülen yemek o çünkü. 
İşçiye insanca yaşayabileceği bir barınak vermek de taşeronun kârından zararı tabi. Onun için işçiye bir konteyner veriliyor ve burada yaşa deniyor ya da inşaatın içinde koğuş düzeninde kalıyor işçiler. Dışarıda bir tuvalet konteyneri ve bir duş konteyneri ile “duşunu al” deniyor. 
İşte taşeron denilen sistemle işçinin beslenmesinden, barınmasından yapılan tasarruf da meyvelerini firesiz veriyor. 
Çünkü gücü yetenin, gücünün yettiğini sömürmesi orada bitmiyor. Taşeron, nüfuzu büyük patrondan çıkaramadığını işçiden canıyla sağlığıyla çıkarıyor nasıl olsa. Şantiyede en çok yaşanan olaylar da bundan kaynaklanıyor. İş cinayetleri, işte böyle işleniyor. Şantiyede bir iskeleyi kurmak zarar, işçiye emniyet kemeri vermek zarar olunca, hatta işçiye bareti maaşından keserek verince, şantiyede iş kazasına sebep olacak olan bir malzemenin alınarak yolun açılması iş gücü kaybı olarak görülünce, yatağı dinlenmek şöyle dursun mesai saatinden daha yorucuysa, işçi insan içine çıkmayı bile ayda yılda bir yapan farklı bir canlı haline gelince artık ideal bir cinayet planlamış oluyorsunuz.
Zaten koşullar böyleyken iş kazasının olmaması kaza!

ÖNCEKİ HABER

AKP'li Şentop: Aday adaylığı için 6 bin 223 başvuru var

SONRAKİ HABER

Gerçek bir işçi sendikası için adım atacak bizleriz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa