08 Şubat 2015 04:40

Taşra tahakkümü ile meşhurdur

Halbuki böyle işitilmemiştir çocuklukta. Orada doğmuş, büyük şehirlerden uzakta büyümüşsen tahakküm nedir bilmezsin. Yıllar yılı birike birike kocaman ve ağır bir kütle haline gelmiş ananeler, seni hep saflığa, ama en çok da doğruluğa inandırmıştır. Dedenin konuştuğu, ninenin dinlediği haktır. Bayramda kan akmalıdır. Devlet hürmetlidir. ((Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe/NAR PHOTOS))

Paylaş

Kerem GÖRKEM

İlk akla gelen anlamıyla büyük şehirlerin (hukuken başkentin) dışında kalan yere denir taşra. O yerle müteallik en isabetli kelime de tahakküm olmalı. Bugünün Türkçesiyle zorbalık, baskı, hükmetme. O yerin sahte ama şüphesiz bir gücü vardır, ona inanılır. O yerde konuşmayı beceren bebeklerin ağızları ilkin “baba”ya gider. Doğrusu budur çünkü, gerekeni, öğretileni, öğretileceği budur. Taşra tahakkümü ile meşhurdur. 
Halbuki böyle işitilmemiştir çocuklukta. Orada doğmuş, büyük şehirlerden uzakta büyümüşsen tahakküm nedir bilmezsin. Yıllar yılı birike birike kocaman ve ağır bir kütle haline gelmiş ananeler, seni hep saflığa, ama en çok da doğruluğa inandırmıştır. Dedenin konuştuğu, ninenin dinlediği haktır. Bayramda kan akmalıdır. Devlet hürmetlidir. Sen henüz kitap koklamamışken gözünün önüne kutsal harfler getirilir. Başına bir takke, diline Allah’ın adı tutturulur. Bu yoldan dönüş ancak geri dönmemek üzere gitmekle mümkün olur. Gitmeye kimsenin yüreği el vermez.
Yine de şanslıysan -dönmemek üzere olmasa bile- gitmeyi başarır ve geldiğin yere benzemeyen topraklara basarsın. Sana benzemeyen insanlara, ilk defa gördüğün denize, kuşların yolunu zapt etmiş uçaklara “Merhaba,” dersin. Çoğunun vakti yoktur selamını almaya ama bazıları çıkar ki yamacına bir iskemle çeker, oturtur seni, bir çay söyler belki, anlatmaya başlar geldiği yerden getirdiği şeyleri. Bihaber olduğunu bildiği o büyük şehrin ananelerini anlatır, onlara “anane” dememen gerektiğini de. Yoksa sen çıkar nefeslerin birbirine karıştığı koskoca bir amfide, güngörmüş sosyoloji hocana “Ananelerimiz vardır,” dersin. Arkadaşın numarası yapanlar güler. Güngörmüş hocan “Geleneklerimiz,” diye düzeltir. Sen kızarıp oturursun. Belki aklına anneannen gelir. Elinden bir şey gelmez.
“Baba,” dediğin, “Allah,” dediğin, ona kurban kestiğin yerden uzakta yıllarını geçirdikçe sen de ötekilere benzersin. Anane kelimesini unutursun. Hüzünlü gibi görünse de bir yerde iyidir bu. Çocukluğunda inandığın saflıktan (ama en çok da doğruluktan) şüphe etmeye başlar, okur, tanır, seyredersin... Gördüğün sana uzak gelir ama öteden gözünü alan ışık, ona yaklaştıkça yürüdüğün yolu aydınlatmaya başlar. Gidersin... Sorular, satırlar, insanlar, sahneler boyu gider; bir yerden sonra duracak bir yer ararsın. İşte o zaman, hele bir soluklanayım diye bir ağaç altında durursun. Artık taşra diye adlandırdığın o yere, ananelerin kentine dönesin gelir. Bir otobüs bileti alırsın. Terminalden evine dek gitgide kısalır yol. Sıcak olur. Baban seni taksiyle alır, annen çay demlemiştir, sonraki sabah anneanneni mezarında ziyaret eder, nice sonra “Allah,” dersin.
Üç gün beş gün neyse, ama sonrası yapışır yakana. Deden televizyondaki yarışma programında gördüğü eşcinsel jüri üyesine küfrederken susarsın. Yıllar yılı seni yamacında taşıdığı iskemlesine oturtan, büyük şehirdeki kızları sorup duran ve ha bire çay söyleyen arkadaşın, evinin doğusundaki ölülere küfrederken de. Tahakkümü düşünürsün işte o zaman... Güngörmüş sosyoloji hocanın dilinden düşürmediği, kendine hep uzak ve sıkıcı gördüğün o kelimenin ne demek olduğunu ağzın kapalı, başın aşağı yukarı sallanırken anlarsın. Birkaç hafta evvel okuduğun, altını çizdiğin, üzerine düşündüğün, ve hatta kelimesi kelimesine ezberlediğin cümleler gelir aklına. 
“Bu coğrafyada yaşayan hemen her insan yaşlı-genç, zengin-fakir, erkek-kadın, Müslüman-gayrimüslim, Türk-azınlık, kentli-köylü, modern-geleneksel, laik-İslamcı, Sünni-Alevi, aydın-eğitimsiz gibi çeşitli konumlarda ortaya çıkan ve tahakküme dönüşen toplumsal ikilik ve hiyerarşilerin kimi zaman ezeni kimi zaman ezileni olurken, bu tahakküm biçimlerini doğallaştırmak yerine ortadan kaldırmayı, farklılıklara rağmen eşit ve kardeşçe bir arada yaşamayı tahayyül edemez miyiz?”*
Neden sonra söyleyecek tek bir kelimenin, bağıracak heybetli bir nefesin olmadığını anlarsın. Soğuk olur. Gidesin gelir. Annen çay demlemeyi bırakır, baban taksiyle gerisin geri, seni terminalden uğurlar. Anneannen mezarında uyumaktadır. 
Bu sefer taşradan o büyük şehre giden yol kısalır gitgide. Sonunda bir yere varırsın ve o yerin, hele bir soluklanayım diye durduğun ağaç altına denk düştüğünü görürsün. Aydınlık yol boyu yürümeye başlarsın yeniden, ta ki soluklanman gerekene dek. 

mkgorkem@gmail.com
* Çavuşoğlu, E. (2014). Türkiye Kentleşmesinin Toplumsal Arkeolojisi. 
İstanbul: Ayrıntı.

ÖNCEKİ HABER

Küstüğün dağın odunu

SONRAKİ HABER

Nice hür 100 yılların olsun Darülbedayi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...