26 Ocak 2015 03:54

Çok çalıştığı için hiç kimse hasta olmamıştır!

Bizler ilaç firmasında sayısı yaklaşık 24 bini bulan ilaç tanıtım ve pazarlama alanı çalışanlarıyız. Dışarıdan jilet gibi takım elbiseli, altında araba, lüks içinde yaşayanlar olarak görünsek de işin iç yüzü hiç de öyle değil. Bireysel performansın ve rekabetçiliğin en katı kurallarının uygulandığı, her türlü mobbingin var olduğu, iş güvencesinin olmadığı bir sektörde çalışıyoruz. Sizlerle, çalışmakta olduğum firmanın yıl sonu toplantısındaki izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

Paylaş

İlaç firması çalışanı/AYDIN

Değerli Evrensel okurları, 
Bizler ilaç firmasında sayısı yaklaşık 24 bini bulan ilaç tanıtım ve pazarlama alanı çalışanlarıyız. Dışarıdan jilet gibi takım elbiseli, altında araba, lüks içinde yaşayanlar olarak görünsek de işin iç yüzü hiç de öyle değil. Bireysel performansın ve rekabetçiliğin en katı kurallarının uygulandığı, her türlü mobbingin var olduğu, iş güvencesinin olmadığı bir sektörde çalışıyoruz. Sizlerle, çalışmakta olduğum firmanın yıl sonu toplantısındaki izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. 

Yıl sonu toplantısının Kıbrıs’ta yapılacağı haberiyle özellikle yeni başlayan çalışanlarda büyük bir heyecan oluştu. Ne zaman, nasıl gidileceği, ne giyileceği gibi konularda onlarca mail yazıldı. Toplantının yurt dışında yapılıyor olması firmanın büyüklüğüyle özdeşleştirilerek açlık sınırında maaş alan çalışanın, firmasıyla gurur duyması sağlandı. Çalışanlardan, “2014’te firman için neyi iyi yaptım; neyi daha iyi yapabilirim” konularında kafa yormaları istendi. 

SEN FARKLISIN!

Yağmurlu bir günde otele vardığımızda otel girişine asılmış “hoş geldiniz” pankartlarıyla karşılaştık. Ayrıca otelin her yerine asılmış “Şimdi değilse ne zaman?” flamaları dikkat çekiyordu. Uygulanan performans sistemiyle fazla satış yapan çalışanların fotoğraflarının yer aldığı afişler bütün duvarları kaplamıştı ki bu afişlerde moda olan dizi görselleri işlenmişti. Afişlerde kendi fotoğrafını gören eleman (üst yönetim bu tanımı kullanıyor) kendisine ne kadar çok değer verildiği duygusuna kapılıyordu. Her çalışan bireyselliğe teşvik edilerek “sen farklısın” düşüncesi aşılanıyordu. Çok satanlara “siz farklısınız” denirken; daha az satanlara da “siz neden yapamadınız” diye gizliden hesap soruluyordu.

İkinci günün sabahı otelin en büyük salonunda yaklaşık 825 kişiyle toplantı başladı. Herkes, önceden söylendiği üzere koyu takım elbiseyle salona girdiğinde, yüksek sesli bol ritimli müzik son sesinde açılmıştı. Salonun duvarlarında firma logolarının yansıtıldığı barkolar konulmuştu. Gürültülü müzik eşliğinde herkes tempo tutmaya teşvik ediliyordu. 

KADRONUN YARISI ‘YENİLENDİ’

Firmanın büyüklüğü kullandığı teknolojiyle özdeşleştirilerek skp ile firma sahibi ile bağlantı kuruldu. Patron 2014’ten memnun olduğunu fakat bunun yeterli olmadığını söyleyerek daha çok çalışmamızı istedi. Hatta açık açık “Çok çalışın, çok çalıştığı için hiç kimse hasta olmamıştır” dedi. Bir ilaç firması patronunun bu tespiti bana çok ilginç geldi. Aynı zamanda eczacılık eğitimi almış olan bir kişinin, sağlığın tanımını bilmemesi olanaksızdı. Sağlıklı olmak yalnızca biyolojik olarak hasta olmamak değil ruhen ve sosyal yönden de tam bir iyilik hali içinde olmaktı halbuki. Bir an aklıma en fazla patroncu olan üst düzey yöneticiler geldi. Hemen hemen tamamı sigara kullanıyor, alkol alıyor, birçoğunda kronik hastalık var. Tabii ki bütün bunlarının birinci nedeni yoğun iş temposu. Daha sonra söz, çalışanları temsilen sahaya verilerek bol bol “Allah firmamıza zeval vermesin, sizi başımızdan eksik etmesin” anlamına gelen patronun da yüz mimikleriyle hoşnutluğunu belirttiği cümleler söylendi. 
En ön sırada oturan yöneticilerin en sempatik yüz ifadelerini takınarak izlediği patronun konuşmasından sonra genel müdür mikrofonu alarak bol bol rakamlardan söz etti. Firmanın geldiği durumun memnuniyet verici olduğunu fakat bunun nedeninin vermiş oldukları satış koşulları ve merkezin belirlediği strateji olduğunu belirterek çalışanların vermiş olduğu emeği yok saydı. Böylece çalışanların kendi emeklerine yabancılaşmaları sağlandı. Bu konuşmalar açlık sınırında maaş alan çalışanlara bol bol alkışlattırıldı. Sahneye, bir üste düzeye terfi edenler çıkartıldı. Çıkanlar böyle bir firmanın çalışanı oldukları için ne kadar şanslı olduklarını söyleyerek üst düzey yöneticilere bol bol övgüler düzdü. Terfi eden her çalışan bu sürece katkısı olan isimleri sıralarken isimleri lanse edilen yöneticiler, patronun şahit olduğu bu durumdan gurur duydular. Kendilerine ait olmayan bu gücün sahibi duygusuna kapıldılar. Diğer çalışanlara “çok çalışarak siz de buraya çıkın” mesajı verildi. Genel müdürün “son bir yılda kadronun yarısı yenilendi (400 kişi) sözü ilginç ki alkışlandı. Aslında bu durum bir yıl sonra atılacaklara verilen peşin bir alkıştı. 

Genel toplantının ardından her ekip, kendisi için hazırlanmış afiş ve posterlerle süslenmiş salonlara geçti. Gürültülü müzikle başlayan toplantı pozitif olmak adına rekabette öne çıkan çalışanlara övgülerle devam etti. Çalışanları rekabete alıştırmak için bir bir popüler savaş sahneleri, spor vb görseller kullanıldı. Satış sıralamalarında geride olanlar ve yeni başlayanlar kendilerini değersiz ve eksik hissederek bu durumu ancak daha çok satış yaparak ve üst yöneticilerinden “aferin” alarak giderecekleri duygusuna kapıldılar. Mikrofonu alan herkes, satışlarda birinci olacağına dair söz verdi. Bu söylemler takdir edilerek diğer çalışanlara örnek gösterildi. Oysa ne kadar çok satarsan sat sana hep “demek ki daha fazla satabilirsin” deniyor. Ve sıralamada illaki birileri ne kadar satarsa satsın aşağılarda kalıyor ve işten atılıyor.

ÖRGÜTLENMEDİĞİMİZ SÜRECE

Bu manzaralar Türkiye’nin en büyük ilaç firmalarından birinde yaşanıyor. Ulusal sermayeli bu tek ilaç firması, kendini toplumun sağlığına adamış, çevreye duyarlı, savaş karşıtı olduğunu iddia eden bir firma. Biz çalışanlar, mücadele vermediğimiz ve emekten yana bir kültür oluşturmadığımız sürece, sermaye kendi çıkarları doğrultusunda faaliyetlerini örgütlemeye devam edecektir. Sermaye “gölgesinden faydalanamadığı ağacı keser”; var olan bütün değerleri kendi çıkarları için kullanır. Biz çalışanların emekten yana bir düşünceyle dünyayı yorumlayıp kendi örgütlülüğümüzü oluşturmadığımız sürece bu değersizleştirme ve sömürü devam edecektir. 
Hiçbir sosyal güvencenin, iş güvencesinin olmadığı, performansa dayalı, mesai saatlerinin geç saatlere ve hafta sonuna sarktığı, her türlü mobbingin uygulandığı, çalışma ömrünün 3-4 yıl olduğu bir sektörde her hangi bir sendikal çalışmanın olmaması üzücüdür. Defalarca Petrol-İş Sendikası örgütlenme birimine mail atıp sendikalaşma konusunda yardım talep ettim. Bana dönüşleri “Sizin sektörde ilgi yok” şeklinde oldu. Ayrıca yardım talebinde bulunduğum dönemde sendikanın “Sendikalı ol mutlu ol” kampanyası vardı.

ÖNCEKİ HABER

Rojava; Sadece savaş değil yeni bir yaşam

SONRAKİ HABER

Binmeyeceği merkebe yem vermez!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...