19 Ocak 2015 00:59

AKP korkuyor ve kendi güvenliğini alıyor

İç Güvenlik Paketi’ni değerlendiren Avukat Gülizar Tuncer, düzenlemeyle doğrudan yaşam hakkının hedeflendiğini belirterek “Ortada polis devletini aşan bir durum var ve bunun adı faşizm” diyor. AKP için esas olanın “kamu düzeni” değil “iktidarının güvenliği” olduğunu vurgulayan Tuncer’e göre “Bir öfke birikimi var, AKP bunun patlamasından korkuyor çünkü hep böyle sürmeyeceğini biliyor.” Son bir ayda Cizre’de yaşananlara işaret eden Tuncer, paketin aynı zamanda “iç savaşa hazırlık” amacı taşıdığını söylüyor. (Fotoğraf: Erdost Yıldırım)

Paylaş

Serpil İLGÜN

Anayasanın bile ihlal edildiği 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası hukuku, AKP’nin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenme mesaisi, polise öldürme yetkisi veren, hak ve özgürlükleri sınırlayan İç Güvenlik Tasarısı ile devam ediyor. “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” torbasına konulan İç Güvenlik Tasarısına göre, polis şüpheliyi etkisiz hale getirmek için silah kullanabilecek. Valilere ve polise olağanüstü yetkiler veren tasarı yasalaştığında, molotof silah sayılacak, gözaltı süresi 48 saate çıkarılacak, gösteri ve yürüyüşler zorlaştırılacak, mahkeme kararı olmadan dinleme ve izlemeler yapılabilecek. Siyasi partilerden aydınlara, birçok kesimin tepki gösterdiği güvenlik tasarısını, insan hakları alanında çalışan deneyimli avukatlardan Gülizar Tuncer’le konuştuk. Tasarının “iç savaşa hazırlık” yasası olduğunu söyleyen Tuncer’e göre, “Ortada polis devletini aşan bir durum var ve bunun adı faşizm!”


Önce, AKP hükümetinin röportajımızın da konusu olan iç güvenlik paketi gibi yasal düzenlemeleri gerekçelendirdiği “kamu düzeni” kavramıyla başlayalım. Kamu düzeni, özellikle Gezi ve Kobanê eylemleri sonrasında AKP’nin başat kavramlarından biri oldu. Hükümet kamu düzenini, ‘gündelik hayatı halkın yararı için düzenleme’ olarak açıklıyor. Öyle midir gerçekten? ‘Kimin için kamu düzeni?’ sorusu İç Güvenlik Paketinde nasıl yanıt buluyor?
Aslında bu önceki iktidarlar döneminde de böyleydi, ama AKP dediğiniz gibi bunu daha sık dillendirmeye başladı. Kamu dediğimiz şey aslında halktır. Dolayısıyla halkın güvenliği esas olması gerekirken, “devletin güvenliği ve bekası” önceleniyor. Böyle olunca da halkın ya da vatandaşın güvenliği, hakları hiçe sayılmış oluyor. Yani önemli olan halkın değil, devletin güvenliği ve geleceği.

Buna, Gezi, 17-25 Aralık ve Kobanê olayları ile sarsılan AKP’nin güvenliği ve geleceğini de eklemek zorlama olur mu?
Hayır, hiç zorlama olmaz. Çünkü bugün AKP, devlet demek. Dolayısıyla, AKP iktidarı yerini daha da sağlamlaştırmak, kendi güvenliğini sağlamak için hak ve özgürlükleri kısıtlama çabasına giriyor. Tasarı, hem ülke içindeki sıkışmışlık, siyaseten tıkanma hem de dışarıya yönelik saldırgan politikalar sonucu sokağa taşabilecek her türlü eylemi önleme, sadece eylemlilik anlamında da değil, genel anlamda hak ve özgürlük mücadelesini sindirmeye, ortadan kaldırmaya dönük bir tasarı.

Meclis İçişleri Alt Komisyonu’nun raporunda paketin ‘iç düşmanlara karşı savaş algısıyla hazırlandığı’ belirtiliyor. Tasarının esas olarak devlet içindeki paralel yapıyla mücadeleyi amaçladığı başka çevrelerce de söyleniyor. Bu yaklaşım paketi meşrulaştırmış olmuyor mu?
Kesinlikle. Bazı hukukçu arkadaşlarımız diyor ki, “bu paralele yönelik bir yasa.” Evet, Cemaat hedeflerden biri ama nasıl sadece Cemaatle sınırlı görülebilir? Bu yasa bizim için de aynı zamanda. Hak ve özgürlüklere yönelik çok ciddi bir tehdit söz konusu. Cemaat meselesi, AKP’nin de işine geliyor, tepkileri azaltmak için kullanıyor ama bu ve benzeri yasaları Cemaati öne çıkararak ele almamamız gerek.

İç Güvenlik Paketindeki en kritik maddeler sizce hangileri?
En kritik ve tehlikeli olanlar yaşama hakkına yönelik olan maddeler. Örneğin molotof kullanmak zaten suçtu, bunda değişen bir şey yok ama şu an molotof kullananları öldürme yetkisi geliyor. İhtara falan gerek kalmayacak. Tasarıda sadece “molotof atan” da demiyor, diyor ki “bunlarla saldıranlar veya saldırıya teşebbüs edenler.” O kadar tehlikeli bir şey ki... Polis, jandarma ya da özel harekat tutanağı bunun için yetecek. Ne diyecek? “Saldırı hazırlığındaydı…” İspatı ne bunun? Polis onun da uydurma delilini yaratabilir ama buradaki “hazırlık”, “teşebbüs” kavramları çok tehlikeli.

Molotofun ateşli silah sayılmasını kimi liberaller anlaşılır buluyor?
Buradaki temel sorun molotofun silah olarak sayılıp sayılmaması değil sadece. Molotof silah sayıldığı için, molotof kullanan ya da teşebbüs eden dahi çekip vurulabilecek. Esas önemli yanı bu… Yaşama hakkı ortadan kalkacak.

‘Tasarıyla birlikte yeni Türkiye’nin yeni polis devleti oluşturuluyor” tespitine ne dersiniz?
Polis devleti Türkiye açısından yeni bir durum değil. “Polis devleti”, “otoriter devlet” tanımını aşan bir durum bu; faşizm var. Dolayısıyla polis devleti tanımı hafif kalıyor.

İç Güvenlik Paketini ve daha önce çıkarılan yasaları birlikte ele alarak, “iç savaşa hazırlık yasaları” olarak değerlendiriyorsunuz. Çok önemli ve ciddi bir tespit bu… Başka hangi verilere bakarak bu değerlendirmeyi yapıyorsunuz?
Mesela Cizre olayları için “derin devlet” ya da “provokasyon” deniyor. Bunların hiçbiri doğru değil. Bugün derin devlet dediğiniz devletin kendisi. AKP ile devlet bütünleşmiş durumda. Ortada bir provokasyon, bir derinlik varsa onu AKP’de aramak lazım. Yani paralel vs. deyip bir zamanlar birlikte yol yürüdükleri kesimlere atacakları suçlardan değil bu. Şu an AKP iktidarı devletin bütün kademelerine, bütün bürokrasisine, yasamasına, yürütmesine, yargısına egemen olmuş durumda. Dolayısıyla önce bunu doğru yere koymak lazım. “Değiştireceğiz” dedikleri 12 Eylül Anayasasından, o anayasayı temel alan yasalardan çok daha beterlerini yaptılar. Yıllardır yapıyorlar, en kötüsünü de şimdi yapacaklar. Cizre’de plakasız gezen polis araçları, bundan sonraki dönemde nasıl hareket edeceklerinin açık bir göstergesi zaten. Artık sokağa çıkılmasını istemeyen devlet, buna rağmen çıkanlar olursa da en sert biçimde karşılık vereceğini; kolluk güçleriyle yetinmeyip sivil faşistlerden Hizbul-kontra güçlere kadar tüm şiddet unsurlarını ve kirli savaş politikalarını devreye sokarak bunu yapacağını gösterdi.
AKP bunu yaparken, biz hiçbir şey yapmıyoruz. Şöyle söylemler var, “ne var ki, bu yeni bir şey mi, daha önce de benzer yasalar çıkıyordu” ya da “polis zaten adam öldürüyordu”… Bu tür söylemleri şaşkınlıkla karşılıyorum.

Bu yaklaşımların yaygınlık kazandığını mı düşünüyorsunuz?
Yani alışıyoruz, alıştırılıyoruz. Bu ülkede devlet her türlü hak ihlali yapıyor, biz ne yapıyoruz? O ihlallere karşı açıklamalar yapıyoruz. İnsan hakları örgütleri, partiler, kurumlar açıklamalar yapıyoruz ha bire. Onlar nasıl ihlalleri sıradanlaştırıyorsa, biz de açıklamalarla tepkilerimizi sıradanlaştırıyoruz. Bu tür yasalara ya da uygulamalara alışmak dehşet verici. Devletin kolluk güçleri bu güne kadar çok kişiyi öldürdü, hala da öldürüyor, çocukları öldürüyor ama bunu yasal hale getirmek, bunu meşrulaştırmak, teşvik etmek çok tehlikeli. Cumhurbaşkanından bakanına hepsi birden ne diyor, “Tabii” diyor, “Benim polisim çekip vuracak. Molotof atanın cezası budur. Eylemlerde yüzünü kapatırsa bu olur...” Açık şekilde polisi teşvik ediyorlar. Çocuklarımız öldürülüyor ve biz seyrediyoruz. Bu tepkisizliği anlayamıyorum.

Ölen çocukların Kürt olması, Kürdistan’da olmasıyla bu tepkisizlik arasında bir ilişki kuruyor musunuz?
Tabii ki bu var. Ve bu çok acı bir şey. Kürt çocukları ölünce niye sessiziz biz? Bu nasıl bir şey?


AKP’NİN ÇÖZÜM DERDİ OLSAYDI İÇ GÜVENLİK PAKETİNİ ÇIKARMAZDI

İç Güvenlik Paketini çözüm süreci cephesinden nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerçek anlamda bir barış süreci yaşanıyor olsaydı ya da AKP iktidarının barış diye bir derdi olsaydı, böyle bir zamanda böyle bir yasayı çıkarmazdı. Ya da Cizre’de bir ayda 6’sı çocuk, 9 kişi öldürülmezdi. Bir yandan çocuklar öldürülüyor, çocuk katillerine yönelik, onları daha da teşvik edici, koruyup kollayıcı açıklamalar yapılıyor; bir yandan da çözüm süreci deniyor. AKP iktidarı Kürt sorununu çözmek istemiyor. Şu an yine bir seçim dönemine yayma tutumu var, yine bir oyalamaca. Bu paket de şu anki mevcut konsepte uygun bir paket.

Nedir o konsept?
Şu; AKP iktidarı hem içerde hem dışarıda saldırgan bir politika izliyor. Bu Ortadoğu ile de sınırlı değil. Eli uzansa her tarafa yöneltecek. Ama bir yandan da korkuyorlar.

Neden korkuyorlar?
AKP bir yandan çok güçlü bir iktidar görüntüsü vermeye çalışıyor. İşte o saraylar, saltanatlar, 16 devletin askerlerinin dizilmesi, ihtişam tablosu… Bu tablo bir yanıyla da zayıflığı örtme gayreti. Ama o görüntünün altında aslında şu yatıyor; toplum sessiz, kabullenmiş gibi görünebilir ama önümüzdeki dönemde ekonomik ve siyasi kriz derinleşecek. Siyaseten de çok büyük bir tıkanma var çünkü. Bu ülkede yaşayan halklar, emekçiler bir yerden “hayır” diyecekler. Dolayısıyla, bir öfke birikimi de oluyor aynı zamanda ve bu patlamaya dönüşecektir. Bunu AKP de çok iyi biliyor. Şu an çok büyük bir tepki yok ama bu sorunu çözmediği için Kürtler en büyük tehlike onlar için. Sınırlı bir etkiye sahip olsalar da sosyalistleri, devrimcileri yine bir tehdit olarak görüyorlar. Yani korkuyorlar çünkü bu işin hep böyle sürmeyeceğini biliyorlar.


ASIL DERT SİSTEMİN NASIL SAĞLAMLAŞTIRILACAĞI

Paris’teki Charlie Hebdo katliamı sonrasında “daha fazla güvenlik” söylemi, Fransa başta olmak üzere Avrupa ve tüm dünyada yine “küresel” bir söylem haline geldi. Tam da İç Güvenlik Paketi tartışmalarına denk gelen Paris saldırısı, AKP Hükümetinin elini kuvvetlendirmiş mi oldu?
Dergi saldırısından sonra Fransa’da yeni terör yasalarının gündeme geleceği söyleniyor. Bunu “radikal İslam’a karşı bir savaş olarak” adlandırıyorlar. Burada büyük bir ikiyüzlülük var. Çünkü aslında Fransız devletinin ya da Fransız sermayesinin ‘yarın yüz tane Fransız vatandaşı ölecek’ gibi bir kaygısı yok. Onlar için önemli olan ülkelerindeki sistemi, yani kapitalizmi nasıl sağlamlaştıracakları. Fransız sermayesinin en büyük derdi “bu olayları kullanarak nasıl korku salarım, nasıl gözdağı veririm, hak ve özgürlükleri nasıl daha fazla kısıtlarım ve bu paralelde işçi haklarını geri zemine çekerim.” Daha iki yıl önce Libya’ya müdahaleye ilk giden, orda ilk petrol şirketlerini kuran ülke Fransa olmuştu. Dolayısıyla, hep sonuçlara bakmamız isteniyor. O sonuçların nasıl geliştiğinin üstü örtülüyor. AKP de bundan yararlanacaktır.

Paris saldırısı, özgürlük-güvenlik ikilemi tartışmalarını yeniden canlandırdı. Terör paranoyası yükseltilerek ‘güvenlik için özgürlükler kısıtlanabilir’ dayatmasını siz nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında bugün böyle bir ikilemin tartışılacağı bir alan yok. Çünkü hak ve özgürlüklere bir alan bırakılmıyor. Hep güvenlik! Ve devletin yani mevcut iktidarın güvenliği… Bu türden olaylar da devletin güvenliğini artırmak için hep kullanılıyor.

İç Güvenlik Paketi’ne yönelik eleştiriler AKP cephesinden, Avrupa ya da ABD’den örnek verilerek, “onlarda da var” diye savunuluyor…
Avrupa demokrasisi bizim örnek alacağımız bir şey değil, Avrupa demokrasisini F tipi projelerinden biliyoruz. 19 Aralık operasyonu olduğunda, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türk askerine teşekkür etmişti. Bir farkları yok birbirinden ama oradaki toplumsal hareketlerin kazanımları bizdekinden çok daha iyi olduğu için her gün çıkıp bir çocuk öldüremiyorlar. Yunanistan’da bir çocuk öldü polis müebbet aldı, içişleri bakanı istifa etti. Yani biz de kolluğun hukuk dışı uygulamalarına karşı denetim mekanizması yok. Mağduriyet yaşayan insanların yargı güvencesi yok.
Bir defa suç işleyen polise karşı yargının durumu, yargı pratiği bizdeki gibi değil. Bizde AİHM’e giden ve mahkumiyetle sonuçlanan binlerce dosyanın yüzlercesinde, yaşama hakkı ihlali ile soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmeyişi var. Almanya ile ilgili AİHM kararlarına baksınlar, sadece kötü muameleden cezalar söz konusu. Soruşturmanın etkin yürütülmeyişi yok.
Tam da polis terörünün, devlet terörünün dizginsizce sürdüğü bir dönemde çıkarılmak isteniyor bu İç Güvenlik Yasası ve deniyor ki, “Bu da yetmez, daha çok öldürün!” Polisin yetkilerini kısıtlamak, sınırlamak yerine polisin ateş etme yetkisinden tutun gözaltına alma yetkisine kadar sınır, ölçü hiçbir şey yok.


YAŞANAN İHLALLERİN AĞIRLIĞI İLE ORANTILI BİR TEPKİ KOYMAMIZ LAZIM

Uzun yıllardır insan hakları alanında çalışan bir hukukçu olarak, 17-25 Aralık sürecinden bu yana hukukun bu kadar çiğnenmesi, keyfileştirilmesi karşısında hissiyatınız ne?
Bir defa her şeyin hukuki mücadeleyle çözümlenemeyeceğinin bilincindeyiz. Hukukçular olarak kendi alanımızda sorunlarla karşılaştığımızda çözüm yollarını sonuna kadar zorluyoruz ama konuştuğumuz meseleler ancak toplumun geniş kesimlerinin mücadelesiyle halledilebilecek meseleler. Yani hak ve özgürlük mücadelesi önemli ve bunu sonuna kadar götürmek gerekiyor. Onun için de örgütlenmek ve onların topyekün saldırılarına karşı bizim de topyekün karşı koyuş içinde olmamız gerekiyor. Yaşanan ihlalin ağırlığı ile orantılı bir tepki koymamız lazım. Onu göremediğimiz için etkisizleşiyoruz.
Mecliste de yeteri kadar uğraş verildiğini düşünmüyorum. Yaşam hakkımıza yöneliyorlar, sokağa çıkışımızı bile engellemek istiyorlar ve biz bunları açıklamalarla geçiştiriyoruz. Yapılması gereken bu yasaya karşı sokağa dökülmek; yapmıyoruz.


SON TUTUKLAMALAR DİNK CİNAYETİNİN AYDINLATILACAĞI İŞARETİNİ VERMİYOR

Bugün Hrant Dink’in katledilmesinin 8. yıldönümü. Geçtiğimiz günlerde davaya ilişkin yeni tutuklamalar oldu. Dink cinayetinin de Cemaate yükleneceği yorumları yapılıyor. Sizin düşünceniz ne?
Baştan beri bu cinayetin esas sorumlusunun Pelitli’deki üç beş genç değil devlet olduğu, devletin planladığı bir cinayet olduğu biliniyordu. Başlangıçtan beri devlet sorumluluğu üstlenmek istemedi, yargı da ona uygun hareket etti. Örgüt olduğunu bile kabul etmemişlerdi biliyorsunuz. Sonra tepkiler üzerine soruşturma açtılar, görevden almalar oldu ya da sorumlularından birinin Cizre’ye emniyet müdürü olarak atanması gibi terfiler, ödüllendirmeler oldu. Son tutuklamaları önemli gelişmeler olarak görmüyorum. Ya da kısa vadede bu işin çözüleceği gibi bir okuma yapamıyorum.


VALİ VE KAYMAKAMLAR KÜÇÜK KRALLAR OLACAK

Tasarının çok tartışılan maddelerinden biri, polise savcılık izni olmadan gözaltına alma yetkisi verilmesi ve gözaltı süresinin uzatılması. Bu nasıl sonuçlar doğurur?
Evet, “önleyici gözaltı” adı altında polise 48 saat süreyle gözaltı izni sağlayacaklar. Bu eskiden savcının bilgisi dâhilinde olurdu, şimdi kişiler sorgusuz sualsiz gözaltına alınacak ve gözaltına alınanların nereye götürüldüğü, başlarına ne geldiği bilinmeyecek.
Bununla birlikte, tasarı gösteri yapmayı olanaksız hale getiriyor neredeyse. Gösterilere katılanların yüzünü kapatmasının karşılığı 3 yıldan 5 yıla kadar hapis. “Suç teşkil edecek her türlü afiş, pankart, resim…” diyor. Neye göre suç teşkil edecek? Ya da slogan atılması… Bunlar toplantı, gösteri yapma hakkını engelleyecek unsurlar. Kobani sonrasında 3 Aralık’ta yasalaşan “makul şüphe” gerekçesiyle 2500’e yakın insan gözaltına alındı. Bunun üçte birinin çocuk olduğu söyleniyor.
Bunlar 90’lı yılları çağrıştırıyor. Kayıplar, infazlar hatırlandığında, acaba yine böyle bir sürece hazırlık mı diye düşünüyorum. Valilerin yetkilerinin genişletilmesi mesela… Gerçi, 90’lar yaşanıyormuş gibi sokağa çıkma yasağı ilan edebiliyor valiler ve kimse “bunu hangi yasaya dayanarak yaptın” diye sormuyor.

Şimdiden sonra soran olursa da tasarı gösterilerek, “işte yasal dayanak” denecek…
Evet. Vali ve kaymakamlara çok geniş yetkiler tanıyorlar. Vali ve kaymakamlar yargı organları gibi soruşturma yapacak. Suçun aydınlatılması, önlenmesi denilerek, bütün kurumlara vali emir verecek. Vali ve kaymakamlar küçük krallar olacak.

ALTI SULH CEZA HÂKİMİ VAR ÇAĞLAYAN’DA, HEPSİ DE ÖZEL SEÇİLMİŞ

Çağdaş Hukukçular Derneği’nin tasarıyla ilgili, özel yetkili mahkemelerin geri geleceği uyarısı var. İhtisas mahkemeleri, özel yetkili mahkemelerin yerini mi alacak?
Tasarı diyor ki, “HSYK, ihtiyaç duyulan hallerde bölge mahkemeleri kuracak.”
Bu ihtiyacın da ucu açık… Bugün diyelim 15 mahkeme kurulur, daha sonra ihtiyaç denir 20-30 tane daha kurulur, giderek de her yere yayılır, bunun sınırı yok. KCK, Ergenekon operasyonlarını yapan özel yetkili mahkemeleri hukuk dışı olarak değerlendirdiler biliyorsunuz, onlarla işleri bittikten sonra, askerlerle barıştılar. Şu anda birlikteler ama Kürtlere ve sosyalistlere karşı hep düşmanlar, onlara karşı hep böyle adı ister ihtisas mahkemesi olsun ister DGM, özel yetkili mahkemeye hep ihtiyaç duyacaklar ve bir biçimde kuracaklar.
Burada kimler yargılanacak? Tabii ki anayasal düzene, devletin güvenliğine, hükümete karşı suç işleyenler yargılanacak! Zaten şu anki yasanın mantığı o. Bütün katalog suç tanımlamaları genişletildi. Hükümete karşı isyan, hükümete karşı eylem… Bunların yasada bir karşılığı bile yok. Hükümete karşı her davranış, bütün bu bahsettiğimiz önlemleri almak için yeterli bir neden.

Dolayısıyla ihtisas mahkemeleri adıyla sürdürülen özel mahkemelerde görevlendirilen hâkimlerin yetkileri de özel olacak?
Onlar da yargının kralı konumundalar. Aramalar, el koymalar, tutuklamalar onlardan geçiyor. Hatta öyle bir yetki getirilecek ki, sulh ceza hâkimleri eskiden sadece kendi illerindeki yargısal işlemlerle ilgili kararlar veriyordu, şimdiyse 81 ille ilgili karar verecek.

Fiziki olarak nasıl mümkün olacak bu?
Mesela bir örgütle ilgili soruşturma yürütülüyor, diyecek ki sulh ceza hâkimi, şuranın emniyeti şunları şunları da topla, şunlara da el koy, aynı anda Türkiye çapında operasyonlar yapılacak. Eskiden de vardı ama nasıl yapılıyordu? Buradaki soruşturma savcılıkları oradaki savcılıklarla iletişime geçiyordu vs. Şimdi tek bir hâkim kararıyla oluyor. Sulh ceza hâkimleri çok özel seçiliyor. Altı sulh ceza hâkimi var Çağlayan’da. Hepsi özel. Nasıl özel? Biri Erdoğan’a methiyeler dizen adam, diğeri o arama kararlarını kaldıran adam, diğeri Sarrafların, bakan çocuklarının paralarını iade eden adam. Yani hepsi doğrudan siyasi iktidarla iç içe olan adamlar.

Ve bu kadar kritik görevdeler…
Çok kritik. Eskiden izlemeler, dinlemeler ağır ceza mahkemesi kararıyla oluyordu. Üç hâkim karar veriyordu ve oy birliğiyle… Ayrıca kuvvetli suç şüphesinin varlığı ve suçun işlendiğine dair somut deliller gerekiyordu. Bu iki şart birlikte aranıyordu. Şimdi makul şüphe ve tek bir hâkim kararı yetiyor. İtiraz ediyorsunuz, bir sonraki sulh cezaya gidiyor, sonra bir sonrakine… Yani itirazlarınız da işlevsiz. Hiçbir şeyin anlamı kalmadı artık.

ÖNCEKİ HABER

AKP'nin tek başına iktidarı önlenebilir

SONRAKİ HABER

İddianame ortak sorumluluğu ortaya koymalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...