12 Ocak 2015 01:10

Erdoğan başkanlık arzusunu gerçekleştiremeyecek

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde başkan olma arzusunu yeniden dillendiren Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildikten sonra da bu arzusunda kararlı olduğunu gösteren pratikler sergiledi. Cumhurbaşkanlığı teşkilat yapısında değişiklik yaparak 4 olan başkanlık sayısını 13'e çıkarması ve 19 Ocak’ta bakanlar kurulunu toplayacağı açıklaması, Erdoğan’ın başkanlık sürecinin işletmeye başladığının en açık göstergeleri oldu. Erdoğan’ın muhalefetin yanı sıra, parti içinde de tepki gören adımlarını, Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Yunus Sözen’le konuştuk.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde başkan olma arzusunu yeniden dillendiren Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildikten sonra da bu arzusunda kararlı olduğunu gösteren pratikler sergiledi. Cumhurbaşkanlığı teşkilat yapısında değişiklik yaparak 4 olan başkanlık sayısını 13'e çıkarması ve 19 Ocak’ta bakanlar kurulunu toplayacağı açıklaması, Erdoğan’ın başkanlık sürecinin işletmeye başladığının en açık göstergeleri oldu. Erdoğan’ın muhalefetin yanı sıra, parti içinde de tepki gören adımlarını, Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Yunus Sözen’le konuştuk.

Halihazırda, başkanlık sistemi ile parlamenter sistemin aynı anda yaşanması gibi garip bir durum yaşadığımızı belirten Sözen, “Kuralın olmadığı, güçlünün kurala tabi olmadığı durumlarda bir bakmışsınız yaratılan fiili durum, bakanlar kurulundan daha güçlü hale gelmiş” diyor. Erdoğan’a rağmen AKP içinde güç ve çıkar çatışması olacağın vurgulayan Sözen’e göre Erdoğan’ın çatışmalardan her zaman kazançlı çıkacağına dair yaygın bir kanı olsa da, artık bu geçerli olmayabilir. Çünkü partinin lideri artık Erdoğan değil.


Önce meseleyi daha iyi anlamak için kısaca hatırlatır mısınız; nedir başkanlık, yarı başkanlık sistemleri? Başkanlık sistemleri ile parlamenter sistemler nerede ayrışıyor?
Başkanlık sistemlerinde hükümetin başı, yani başkan, halk tarafından doğrudan seçiliyor. Meclis ise ayrı bir seçimle geliyor. Ve bu ikisi birbirlerinin oluşumunu etkileyemiyor. Başkan hükümetini kendisi kuruyor. Parlamenter sistemde ise, bakanlar kurulu meclis içinden çıkıyor ve güvenoyuna tabi. En temel fark bu...

Ya yarı başkanlık?
Yarı başkanlık, parlamenter sistemle başkanlık sistemi arasında yer alan bir sistem. Yarı başkanlık sisteminde, hem parlamentonun içinden çıkan bir bakanlar kurulu var güvenoyuna tabi olan, hem de halkoyuyla seçilmiş bir başkan/cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle yarı başkanlık uygulanacak diye bir kural yok tabii. Yarı başkanlık sistemleri, bazı ülkelerde parlamenter sisteme daha yakın uygulanıyor. Başkanın/cumhurbaşkanının, parlamento içinde çoğunluğu varsa başkanlık sistemine daha yakın oluyor, güçlerini daha fazla kullanıyor. Çünkü yasalara da müdahale edebiliyor. Eğer çoğunluk karşı kamplardaysa, o zaman parlamenter sisteme biraz daha yakın bir işleyiş haline gelebiliyor.

Erdoğan o yüzden mi esas arzusunun başkanlık sistemi olduğunu söylüyor?
Evet. Çünkü başkanlık sistemindeki başkanın gücü, şu andaki güçlerinden daha fazla. Ama aslında Erdoğan’ın en çok istemesi gereken parlamenter sistemde başbakan olmaktı. Çünkü parlamenter sistemin başbakanı, başkanlık sisteminin başkanından daha güçlüdür. Başkanın, ayrı bir seçimle gelen meclisin üzerindeki etkisi daha zayıftır. Obama mesela... Kendi partisinden çoğunluk varken bile istediği birçok kanunu geçiremedi.
 
‘Cumhurbaşkanlığına aday olacak mı, olmayacak mı’ tartışmalarında da “Erdoğan, başbakanlık gibi bir gücü bırakıp neden başkanlık istiyor” soruları sorulmuştu. Sizin yanıtınız ne?
Çünkü arada kaldı Erdoğan. Bir takım yetkileri olan ve halkoyuyla tek başına seçilmiş bir cumhurbaşkanının olduğu bir sistemde başbakan olarak mı kalmak istiyor, yoksa halkoyuyla seçilen ama yetkisi daha kısıtlı olan cumhurbaşkanı mı olmak istiyor? Bu ikisinin arasından “sistemi zorlayarak daha fazla güç elde ederim” diye düşündüğü için, başkanlık sistemini getiremediği halde, cumhurbaşkanlığını seçti. Başbakanlığı seçseydi, meşruiyeti yüksek cumhurbaşkanıyla uğraşmak zorunda kalacaktı.
Türkiye 2007’de Anayasada cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi maddesini değiştirdi, diğer maddeleri değiştirmedi. Yani, meşruiyeti yetkisine göre yüksek dengesiz bir kurum yarattı. Özellikle ilk seçilen kişi de güçlü bir siyasal kişilik olursa bu dengesizliği kullanarak Anayasayı zorlamaya başlayacaktı. Sonuçta bugün olan da o. Zaten fiili durum yaratmaya çok müsait bir ortam var.

“Erdoğan neden başkanlık sistemini istiyor” sorusuna verilen yanıtlardan biri de, AKP’nin kökleşmesini istemek. Katılır mısınız?
Hayır, tam tersi. Başkanlık sistemi daha güçlü partiler yaratmıyor. Ayrıca, başkanlık sisteminin AKP’nin mevcut siyasi anlayışına bir miktar uyduğunu düşünebiliriz ama bence uymuyor. Sonuçta popülist bir partiden söz ediyoruz. Milli iradenin temsilcisi var, onun vücut bulmuş şekli de Erdoğan. Öyleyse eğer, Erdoğan ya da başka bir liderin yürütmenin de başı olması mantıklı gelebilir, ama başkanlık sisteminin kurumsal yapısı popülizmin gücün toplaştığı rejim idealine uymuyor.

Neden?
Çünkü güçler ayrılığı çok daha sert. Meclis ayrı seçimle geliyor, başkan ayrı seçimle geliyor ve bunlar birbiriyle çatışabiliyor. Dolayısıyla, “milli iradenin” içinde çatlaklar oluşturmaya çok daha müsait bir yapı. Aslında, başkanlık sistemlerinin başkanı çok da güçlü değil Anayasal olarak. Çünkü başkanlık sisteminde parlamenter sistemden daha güçlü fren, denetleme mekanizmaları var ve daha gevşek partiler yaratmaya da müsait. Bu ikincisinden dolayı da AKP’nin uzun dönem yaşaması için parlamenter sistem daha uygun.

O yüzden mi ‘Türk tipi başkanlık’ diye bir şey çıkarıldı? Yani hem başkandaki gücü artırmak hem de fren-denetleme mekanizmalarını mümkün olduğunca zayıflatmak için...
Aynen öyle. Türk tipi başkanlık sistemi AKP’nin önerisi. Bu öneride, normal bir başkanlık sistemine örneğin ABD’deki sisteme göre çok daha güçlü, aşırı yetkili bir başkan yaratılıyor. Güney Amerika’nın bazı ülkelerinde de anayasal olarak güçlü başkanlık var. Ama o başkanlık sistemlerinde de bu kez başkanın parti güçleri zayıf. Türkiye’de başkanın hem parti güçlerinin, hem anayasal güçlerinin en yüksek seviyede olacağı bir sistem tarif ediliyor. Bu da Türkiye’nin siyasal rejim yapısına çok uyuyor aslında. Böyle hakim partili, seçimli otoriterliği de uygulayan bir rejime bu kurumsal mimari denk düşüyor. Ama bunu gerçekleştiremeyeceklerini düşünüyorum.

Hangi emarelere bakarak böyle söylüyorsunuz?
Şöyle; her siyasetçinin kendi çıkarlarının da olduğunu, güç isteyen rasyonal aktörler olduğunu varsayıyorum. Herkesin güç istediği bir durumda, meclisin içinden çıkan ve meclis çoğunluğunu kontrol eden bir bakanlar kurulunun böyle bir anayasa değişikliğini istemeyeceğini düşünüyorum. “Benim şöyle yetkilerim var, ben bu yetkilerimi biraz azaltayım, cumhurbaşkanlığına biraz daha yetki vereyim”i çok kolay demeyecekler. Bir irade oluşsa bile, gizli oylamalarda vs’lerde çok fire verileceğini düşünüyorum.

Binali Yıldırı’la Bülent Arınç arasında sert atışmalara yol açan ve “AKP de başkanlık krizi” şeklinde yorumlanan tepkiler, sözünü ettiğiniz sıkıntıya karşılık geliyor mu? Çünkü orda asıl sorunun, Erdoğan’ın Bakanlar Kuruluna başkanlık etmesi değil, cumhurbaşkanlığı teşkilat yapısında yaptığı ve ‘paralel hükümet’ olarak değerlendirilen değişiklik olduğu söyleniyor...
Evet öyle. Burada fiili bir durum var. Aslında AKP içinde tartışmalar olacağını tahmin etmemiz gerekiyordu. Başkanlık sistemini seçimden önce geçiremediği için bu işin paldır küldür olacağı belliydi. Neyi, ne kadar kabul edecekler, hangi liderliğe yaklaşacaklar onu bilemiyoruz ama şu anda uygulamada yarı başkanlık sistemine doğru gidildiği çok net.

AKP İÇİNDE GÜÇ VE ÇIKAR ÇATIŞMASI OLACAKTIR

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı teşkilat yapısını değiştirerek başkanlık sayısını 13’e çıkarmasını siz nasıl okudunuz?
İlginç bir durum var. Başkanlık sistemi ile parlamenter sistem aynı anda oluyor gibi bir tablo yaşanıyor. Bütün bunları şununla okumak lazım; birincisi; Türkiye’de hukuk devleti çok zayıf. Yani kanunlar ve usuller değil, bir takım kişisel ihtiyaçlar ve keyfilik geçerli. İkincisi; Türkiye’nin rejimi demokratik değil. Türkiye’de demokratik rejimin bir sürü kuralının uygulanmadığı, seçimli otoriter bir sistem söz konusu. Dolayısıyla kuralın olmadığı, güçlünün kurala tabi olmadığı durumlarda bir bakmışsınız, yaratılan fiili durum, bakanlar kurulundan daha güçlü hale gelmiş. Yine de ben çıkar çatışması olacağına inanıyorum.

Erdoğan’ın sözünü ettiğiniz çatışmayı engellemek için kabinede değişiklik yaparak kendisine en yakın, en bağlı isimleri tercih ettiği, hatta Davutoğlu’nu da bu saikle seçtiği söylendi...
Bir insan siyasete atılıyorsa, daha çok gücü daha az güce tercih eder. Bu düşünceyle hareket edenlerden kurulu bir partideki insanlar, niye kendi güçlerini isteyerek versinler, bilemiyorum. Güç çatışması olacaktır AKP içinde. Buradan Erdoğan mı kazançlı çıkar, yoksa çatışacağı insanlar mı bilemiyorum. Erdoğan’ın her zaman kazançlı çıkacağına dair bir kanı var Türkiye’de. Ben o kadar emin olamıyorum çünkü partinin lideri o değil artık. Ve Anayasada hâlâ parlamenter bir sistem öngörülmüş. Ve parlamenter sistemde Başbakan ne olursa olsun, çok güçlü.

Peki, hukuk bu kadar devre dışı bırakılıp sadece güç belirleyici olursa ne olur?
Kuralları ve kurumları göz ardı ederek yaşamaya devam edersek, hiçbir anayasal kurumun meşruiyeti kalmayacak. Ki zaten 17 Aralık sürecinde bu oldu. Anayasanın çok temel ilkeleri ihlal edildi. Şimdi de bakanlar kurulunu istisnai değil de sürekli toplamak, anayasayı göz ardı etmek oluyor. Cumhurbaşkanının nasıl seçileceği kuralını değiştirdik diye bütün diğer kuralları yok etmeye başlamak çok sıkıntılı bir durum.

Ama Erdoğan arkasına bunu alıyor; “Beni halk seçti, arkamda milli irade var” diyor…
Evet, ama öyle demesinin sebebi gücüne güvenmesi. Anayasa referandumunu düşünelim. Referandumda halk “anayasa mahkemesinin şu kadar üyesini kim atasın” hakkında bir tercih sahibi değildi. Zaten olması da gerekmez. Sonuçta belli partilerin isteklerine göre tercih yaptı. Yani güçlü olanlar, teknik konularda halka istediklerini dayatabiliyor. CHP’ye mi güveneyim, AKP’ye mi güveneyim diye baktığınız zaman Türkiye’de yüzde 58 AKP’ye güvendi. Burada başkanlık sistemini halkın isteyip istememesi değil mesele. Son derece yanlış söylemlerle bunun propagandası yapılacak, yapılıyor. Yani başkanlık sistemi istikrar getirir, güçlü Türkiye olur vs. vs.

Yani bir yandan da kamuoyu algısı oluşturuluyor?
Evet, ama aslında kamuoyu algısı önemsiz...

Nasıl yani?
Normalde kamuoyu algısının, bunu oluşturan ideolojik araçların önemli olduğunu düşünüyorum elbette, ama burada mesela kamuoyu algısı neyle oluşturuluyor? İşte “başkanlık sistemi olursa, istikrar olur” gibi temelsiz bir düşünceyle. Oysa demokratik istikrar başkanlık sisteminde daha zayıf. Yani Erdoğan’ın bugünkü çıkarına parlamenter sistem uysaydı, bu sefer de ona uygun argümanlar kullanılacaktı. Halkın ona güvenen kısmı da bu argümanlara ikna olmayı tercih edecekti.

Erdoğan’ın seçimlerde başkanlık sistemine geçiş için ihtiyacı olan çoğunluğu yakalamasının zor olduğu yönünde değerlendirmeler var. Sizce de zor mu?
Bunu benim tahmin etmem yanlış olur. Ama eğer HDP barajı geçemezse, AKP de, CHP ile makası açarsa büyük ihtimalle 330’u tutturur. 330 milletvekili de referandumla Anayasa değişikliği demektir. Eğer makası daha da fazla açarsa, 360’a doğru da gider tabii. Çünkü HDP’nin barajı geçememesi, seçim bölgelerinin bir kısmında AKP’ye ekstra milletvekili kazandıracaktır.

İSLAMAFOBİ SÖYLEMİ DIŞ POLİTİKADAKİ KUSURLARI ÖRTME ÇABASI
Paris’teki Charlie Hebdo katliamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok korkunç bir saldırı... Daha fazla bir yorum yapmak için olayın netleşmesini beklemek gerektiğini düşünüyorum.

Katliam, Türkiye hükümeti ve yandaş medya tarafından İslamofobiyle gerekçelendirildi. Paris saldırısını İslamofobi’nin bir sonucu olarak değerlendirmek ne kadar doğru ve denildiği gibi katliamın tek kazananı İslamofobi mi oldu?
İslamofobi kavramının, öncelikle kendi içinde çok sorunlu bir kavram olduğunu düşündüğümü söylemeyelim ve Türkiye’deki güçlülerin çıkarlarıyla uyuştuğu için, çok daha fazla duyacağız gibi görünüyor maalesef. Ben saldırının nedeninin İslamofobi olduğunu iddia etmeyi, sadece Türkiye’deki güçlülerin ilkesel aidiyet hissettiği insanları temiz çıkarma çabası ya da dış politikadaki kusurlarını örtme çabası olarak görüyorum. Öbür taraftan sonuçları açısından İslamofobinin artacağını düşünmek makul bir beklenti tabii ama yükselecek tepkiyi tarif ederken de İslamofobi dışındaki kavramlarla düşünmeye çalışmak daha doğru olur bana göre. Sonuçta aşırı sağ, popülist sağ, faşizm gibi ideolojiler ve kocaman bir siyasal parti literatürü var.
 
Öne çıkan bir diğer tartışma da,  “gerçek İslam bu değil” argümanının artık miadını doldurduğu üzerine. “Müslümanlar geç kalınan yüzleşmeyi yapmalı” deniyor.  Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugün, gerçek İslam’ın ne olduğu konusunda asgari de olsa bir konsensüs sağlanabilir mi?

Sekülerizm/laiklik ve eşitlik çok önemli bu konuda bana göre. Türkiye’de İslamcılar ve muhafazakarlar çok güçlü oldukları için, bu saldırı sonucu kendilerini ve kendi politikalarını sorgulamayacak olsalar bile, bu saldırıdan, Türkiye’de soldaki grupların bu kavramlardan özellikle laiklikle ilişkisini sağlam bir şekilde kurmaya çalışması sonucu çıkmasını dilerim. Başka bir ifadeyle, bu saldırının, kendisini solda görenlerin Türkiye tarihinden beğenmedikleri laiklikle ilgili uygulamaların, laiklik hakkındaki tutumlarını etkilemesini engellemesini dilerim. Laikliğin özgürlükçü laiklik, demokratik laiklik gibi sınırlar getirmeden sahiplenilecek bir değer olabileceği fikrinin güçlenmesini isterim. Bu soruya yanıtımda bu fikir dışında bir katkım olabilecek bir birikime sahip değilim.

ABD’nin 11 Eylül’ünün sonuçlarını yaşamaya devam ediyoruz. Paris’in 11 Eylül’ünün yansımaları nasıl olur?
İç politika açısından milliyetçi popülist sağın güçleneceğini tahmin etmek zor değil, onların bazı fikirlerinin Avrupa’da merkez sağ partileri hali hazırda olandan daha fazla etkileyebileceğini de düşünebiliriz. 11 Eylül saldırısının, Amerika’nın 2003 Irak saldırısından önce yaratılan Amerika’daki boğucu ideolojik ortamda ne kadar önemli bir yeri olduğunu düşünürsek, Avrupa’da bazı aktörlere çok geniş imkanlar, çıkarlarını gerekçelendirmek ve kamuoyu yaratmak için ideolojik araçlar sunacağını da tahmin edebiliriz.

YÜZDE 10 BARAJI HEM TEMSİLİYETİ DÜŞÜRÜYOR HEM HESAP VERMEYİ ORTADAN KALDIRIYOR
HDP’nin tek başına seçime girme kararı, başka meselelerde olduğu gibi AKP ile işbirliğine yorumlandı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir kere tam bilmiyorum HDP’nin neden böyle bir karar verdiğini. AKP ile işbirliği yaptığını insanlar nereden biliyor, onu da bilmiyorum. Güvenmemekle ilgili o. Güvenmediğimiz zaman hemen işbirliğine gidiyor aklımız. 

İşbirliği yapıyorlar söylemi, Kürt siyasetini bütün fırsatlarda değersizleştirme, ötekileştirme girişimlerinin bir parçası mıdır? 
Mutlaka. Zaten değersizleştirmeye, itibarsızlaştırmaya meyilli ideolojik bir ortamın içinde işbirliği diye yorumlamak çok daha kolay. Ama bence (bunu isteyip istememekten bağımsız olarak) HDP yüzde 10 barajını geçemeyecek. Bir kere genel seçimlerdeki oyla, Cumhurbaşkanlığında alınan oyu ayırmak gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi iki turlu bir seçimdi, üç adaylıydı. CHP’nin adayının da Ekmeleddin İhsanoğlu olması, Demirtaş’ın oylarının yükselmesine etki etmiştir. 

“Kobani’ye destek eylemleri olmasaydı HDP’nin baraj diye bir engeli olmayabilirdi” görüşüne katılıyor musunuz?
Bence hayır. Çünkü partilerin oylarının çok büyük miktarda değişmesi için bir kriz olması gerekiyor. Yüzde 6, bir parti aidiyeti demektir. Bu anlamda bir aidiyeti var HDP’nin. CHP’nin de yüzde 25-27 arası bir aidiyeti var. CHP’nin yüzde 25’ten yüzde 40’a çıkması gibi bir şey bu. 
HDP barajı geçemezse, bir kere bölgedeki milletvekillerinin neredeyse tamamı doğrudan AKP’ye gidecek. İstanbul’da belki CHP’ye, belki MHP’ye yarar. Dersim’de belki CHP daha yüksek oy alır, bilemiyorum. Ama iki, üç milletvekili hariç, AKP’ye gidecek. Böyle bir durumda AKP’nin anayasa değiştirmesi daha mümkün olacak. AKP’nin gücü artacak. Bu da tabii HDP’nin müzakere masasında elindeki silahları azaltmış oluyor. 

Dolayısıyla seçim barajını korumak, sadece sistemi sürdürmek için değil, Başkanlık meselesi için de önem kazanıyor? 
Tabii. Anayasa Mahkemesi yüzde 10 barajını bozsaydı, AKP’nin işini çok daha zorlaştıracaktı. Yüzde 10 barajlı bir nisbi sistem, demokrasi karşıtlığı çok yüksek bir sistem. Çünkü temsiliyeti yok ettiğiniz bir sistemde tutunacak dalınız kalmıyor. Türkiye’de yüzde 10 barajıyla hem temsiliyeti düşürüyoruz, hem de hesap vermeyi kaldırıyoruz. Başkanlık sisteminde yüzde 10 barajının hiçbir anlamı kalmıyor. Ama barajı tutacaklardır, değiştirmeyeceklerdir. 

HDP’nin parti olarak seçime girmesinin “karşılığında özerklik alacaklar” diye de değerlendirildiğini anımsatarak soralım; özerklik, başkanlık sisteminde nasıl uygulanıyor? 
Başkanlık sisteminde de özerklik olabilir. Ama başkanlık sistemine geçmekle, federalizme geçme arasında hiçbir ilişki yok. Başkanlık sistemi-parlamenter sistem tartışmaları, yatay örgütlenmelerle ilgili bir şey. Yani merkezdeki güçlerin güç paylaşımıyla ilgili bir şey. Federalizm, konfederalizm merkezle lokalitiler arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir şey. Başkanlığa geçince bu daha kolay olacak diye bir şey yok. Hatta hukukun olmadığı bir yerde başkanlık sistemine geçersek daha sonra Putin’in Rusya’da yaptığı gibi yerel otonomilerin güçlerini geri almaya çalışabilir. Ama bunlar apayrı tartışmalar. 

AK SARAY, LİDERLİK KÜLTÜNÜ KUVVETLENDİRİYOR

Bin odalı heybetli bir sarayı inşa etmenin başkanlık tahayyülüne nasıl bir katkısı var? 
Saray, liderlik kültünü kuvvetlendirmenin bir parçası. Her şey paldır küldür olunca, sürekli bir şeylerin abartılması gerekiyor. Aksaray çok büyüyor, aynı zamanda da kişiselleşiyor. Bir kişinin oluyor. 

EKONOMİK BÜYÜME PARLAMENTER SİSTEMDE DAHA FAZLA

Türkiye sermeyesi başkanlık sistemine ne diyor?
“Başkanlık istikrar getirir” meselesinin orada da yaygın bir kanı olduğunu biliyoruz. Oysa yöneticinin değişmemesi istikrarsa eğer, en iyisi otoriter rejimler. Hiç değişmiyor çünkü! Başkanlık sistemlerinin ekonomik performanslarıyla, parlamenter sistemlerin performanslarına baktığımızda, başkanlık sistemlerinin parlamenter sistemlere göre daha az büyüme gösterdiğini görüyoruz. 

HEGEMONYASINI KAYBEDEN POPÜLİZM, BAŞKANLIKLA YENİDEN CANLANACAK

AKP ideolojisinin öğelerinden biri olan neo muhafazakar popülizm, başkanlık sisteminde nasıl bir değişikliğe uğrar. Uğrar mı ya da?
Öncelikle bugün popülizmin hegemonyasını biraz kaybettiğine inanıyorum. Milli iradenin demokrasi demek olduğu fikri, 2011-12’lere kadar geniş kitleler tarafından da satın alındı. Örneğin liberaller, demokrasi ile milli iradeyi yaklaştırmışlardı. Ki, liberallerin demokrasi anlayışına en ters demokrasi anlayışı bu... Onları bile etkilediğine göre demek ki ortada güçlü bir hegemonik durum vardı. Ama o demokrasi anlayışının hegemonyası kırıldı. AKP’liler dışında milli iradenin demokrasi olduğu düşüncesi zayıfladı. Onun için başkanlık sisteminde popülizm canlanabilir. Neden canlanır? Çünkü, biraz önce bahsettiğim gibi karşısında ayrı seçilmiş, kendi meşruiyeti olan bir meclis olması sıkıntı yaratacak. Bunu aşmak için Erdoğan, “milli irade”, “halkın temsilcisi” vs. retoriklerini daha fazla kullanacak.

ÖNCEKİ HABER

Şengal ve Kobanê paradigmayı kırdı

SONRAKİ HABER

Libya ve Suriye’de ekilen biçiliyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...