05 Ocak 2015 01:06

Türkiye ya adem-i merkezileşir ya da bölünür

Çözüm süreci vesilesiyle yeniden gündeme gelen özerklik meselesinin Türkiye coğrafyasındaki mazisi oldukça eski. Doç. Cengiz Aktar, “Ademimerkeziyet Elkitabı”nda bize o tarihi anlatıyor. Özerklik için ülkenin demokratikleşmeye gitmesi gerektiğini belirten Aktar, anayasa değişikliğinin şart olduğunu vurguluyor. Cengiz Aktar, dört eski bakan hakkında bugün açıklanması beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu kararıyla ilgili de “Yüce Divan kararını çok zor görüyorum. Bir yanda 17 Aralık soruşturması kapatılacak, öte yandan yüce divan kararı çıkacak. Bu çok absürd” diyor. HDP’nin parti olarak seçime girme kararını “tehlikeli bir kumar” olarak değerlendiren Aktar’a göre ortada çözüm süreci değil, siyasi manevralar var. Ve bu durum seçime kadar böyle sürecek.soruşturması kapatılacak, öte yandan yüce divan kararı çıkacak. Bu çok absürd” diyor. HDP’nin parti olarak seçime girme kararını “tehlikeli bir kumar” olarak değerlendiren Aktar’a göre ortada çözüm süreci değil, siyasi manevralar var. Ve bu durum seçime kadar böyle sürecek.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Demokratik özerklik başlığı, tartışma dozları yükselip düşse de son 10 yıldır Türkiye siyasi gündemine hep eşlik etti. Nedir, ne değildir, bölücü bir fikir midir, Türkiye’ye uyar mı, dünya ne yapmış gibi başlıklar konuşuldu, konuşuluyor. Peki, ama özerklik tartışmalarının tarihi son 10 yıldan mı ibaret?

İstanbul Politikalar Merkezi uzmanlarından, Süleyman Şah Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, gazeteci, yazar Doç. Dr. Cengiz Aktar, “Ademimerkeziyet Elkitabı”nda, konunun bu topraklardaki iki yüz yıllık mazisine ışık tutuyor. Kitap vesilesiyle buluştuğumuz Cengiz Aktar, “Türkiye er veya geç adem-i merkezileşir ya da bölünür” diyor. Aktar’a göre Irak ve Suriye’de ciddi bir federalleşme arayışı var ve bu Türkiye’yi de etkileyecek. Ama iktidarda bunu anlayacak ve yönetebilecek ne zihniyet ne de kapasite var.

Önce adem-i merkeziyet ne demek, onunla başlayalım. Kulağa öyle ağır bir kavrammış gibi geliyor ki, söylemesi bile zor!

Doğru! Bu kitabın da yazılış amacı o. Tartışmayı mümkün olduğunca herkesin anlayacağı dilden topluma sunmak. O yüzden adı el kitabı zaten. Hakikaten zor bir konu, bilinmiyor. Adem-i merkeziyet, Arapça bir sözcük. Türkçe karşılığı yok ama “merkezsizlik” olarak Türkçeye çevrilebilir. Osmanlı’da 19. yüzyılda kullanılan, reform arayışları sürecinde üzerine düşünülmüş bir kavram. Batı dillerinden gelen desantralizasyon gibi karşılıkları var ama doğru dürüst telaffuz bile edemiyoruz. Adem-i merkeziyet özünde demokratik bir kavram. Çünkü iktidarı paylaşma biçimi.

Osmanlı’da adem-i merkeziyet ne zaman gündeme gelmeye başlıyor, nasıl tartışılıyor?
İmparatorluk dağılmaya başladığı dönemden itibaren “biz bu toprakları nasıl bir arada muhafaza ederiz” arayışları başlıyor. Tabi Osmanlı’da federallik yok. Çünkü feodalite yok, çünkü eritilmişler. Merkez ne zaman zayıflasa, yok edildiği düşünülen feodaliteler başlarını kaldırıyor bir şekilde. Bunun tipik örneği 1808 tarihli Sened-i İttifak ve Âyan olarak anılan merkezkaç yapılar. 1700’lerde zayıflayan merkezin bir sonucu olarak o âyanlar güçleniyor. O kadar güçleniyorlar ki merkeze, İstanbul’a kafa tutar hale geliyorlar.

Buna karşı merkez ne yapıyor?
Merkez hiçbir zaman federal bir çare aramıyor. Yani iktidarını paylaşmak istemiyor. Veya paylaşır gibi yapıyor. Bu topraklardaki devlet geleneğinin ilk anayasası sayılan Sened-i İttifak bunun en tipik örneğidir. Kerhen imzalanmış bir metindir. Derler ki tarihçiler, “Topkapı Sarayı’nda aslı yok, kopyası var.” Bu ne demek? Osmanlı altına imzayı atar atmaz yırtıp atmış! 19. yüzyıl başı çok önemli bir dönem. Çünkü bir arada tutmaya çalıştıkları imparatorluk dünya kadar merkezkaç güçle alt üst vaziyette. Dolayısıyla federalleşme olamadığı zaman ne oluyor, ya kopuyorlar ya da muhtariyet/özerklik talepleri kanda boğuluyor.

Mesela?
Ermeniler. Ermenilerin bağımsızlık talebi çok güçlü değil ama var. Ancak onun da akıbeti belli, soykırım. Osmanlı hiçbir zaman iktidarı paylaşmıyor. Aynı sorunsal bugün için de geçerli. Bu sadece kopuş veya o toprakların bağımsızlaşması korkusuyla açıklanabilir bir şey değil. İktidar paylaşımı zihniyeti yok. En sonunda söyleyeceğimi şimdiden söyleyeyim; son iki yüzyıldır ilk defa “biz ayrılmak istemiyoruz ve bu topraklar içerisinde özerklik arayışındayız” diyen bir siyasi hareket var. Kürt siyasi hareketi bu arayışta ve bu çok önemli…

Osmanlı’da adem-i merkeziyet konusunda öne çıkan çabalardan biri de II. Meşrutiyet döneminde Jön Türklerden Prens Sabahattin Bey’e ait. Sabahattin Bey, İttihat ve Terakki Hareketi içinde adem-i merkeziyet düşüncesini ilk kez dile getirmiş ve kuruluşunda rol aldığı Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, konuyla ilgili bir de program hazırlamış. Orda nasıl bir adem-i merkeziyet öneriliyor, nasıl tepkiler alıyor?
Prens Sabahattin Bey, sorunların sadece merkezi hükümetin reform yapmasıyla çözülemeyeceğini düşünüyor. Zaten bunlar hiçbir zaman özerkliğe kadar giden reformlar olmuyor. İktidarı merkezde muhafaza ederek ve katiyen paylaşmayarak bu sorunların halledilebileceği kanaati söz konusu. Ve zaten kazananlar da İttihat ve Terakki geleneği. Yani bugünkü devletçi gelenek; yani CHP… Buna mukabil, bunun beyhude olduğunu söyleyen ve ilk defa federal çözümü dile getiren bir arayış Prens Sabahattin Bey’in arayışı. Bütün unsurları bir arada tutabilmek için çarenin federalleşmek ve iktidarı paylaşmak olduğunu söyleyen yeni bir siyasa. İlk defa böyle bir şey oluyor Osmanlı’da ve bu tartışılıyor.

Sabahattin Bey’in düşüncelerine getirilen eleştiriler, bugünkülerle aynı. Kabaca, “adem-i merkeziyet ve bölgeselleşme, ayrılıkçı eğilimleri cesaretlendirir” deniyor. Zaten 1908’den itibaren Sabahattin Bey’in önerileri İttihat ve Terakki tarafından marjinalleştirilir.

Kitabınızda Sabahattin Bey’in girişimlerinin nasıl yankılandığına ilişkin ilginç bir bilgi var; Said Nursi de bu tartışmalara katılmış!
Evet, o çok ilginç. Diyor ki Bediüzzaman Said Nursî, “Prens Sabahattin Bey’in adem-i merkeziyet düşüncesi, İttihat ve Terakkicilerin ithamı gibi yersiz değil. Bu doğru bir formüldür ama zaman doğru değildir.” Yani Said Nursî tartışmanın içinde. Tabii bütün bunlar bir işe yaramıyor. Sonra 1921’deki uygulanmayan ilk anayasa parantezini saymazsak -ki gerçek anlamda adem-i merkeziyetçi bir anayasadır. 1921 Anayasası bugün Türkiye’de uygulanabilse pek çok sorunumuz çözülür- 1924 Anayasası, sonra 1961 ve en son 1982 darbe anayasası ile artık ayyuka çıkmış bir merkeziyetçilik hakim Türkiye’de. Ve bütün bu tartışmalar unutulmuş durumda.

Kürt siyasi hareketi, özerklik önerisiyle, unutulan bu tartışmaları yeniden başlatmış mı oldu?
Özerklik tartışılıyor ama geçmişi yokmuş, ilk kez bugün karşılaşılmış gibi tartışılıyor. Geçmişteki tartışmalar, yaklaşımlar değerli. Özerklik, Kürt siyasi hareketinin olmazsa olmazlarından biri. Üstüne üstlük Irak ve Suriye’de ciddi bir federalleşme arayışı var.

Yani Irak ve Suriye için dillendirilen ‘üçe bölünecek’ tezlerinin aksine federalleşmeye doğru bir gidiş var?
Evet, ortalık durulduktan sonra her iki ülkenin de pek çoklarının zannettiği gibi küçük ülkelere bölünmeyeceğini, aksine her ikisinin de federalleşeceğini ya da konfederalleşeceğini düşünüyorum. İstikbal, bölgenin federalleşmesinde zaten. Bu anlamda Rojava bir laboratuardır. Rojava hem Suriye, hem Türkiye için bir laboratuardır. Hatta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin varlığına rağmen Irak için dahi bir laboratuar. Ama Türkiye’deki iktidarın buna verebileceği bir cevap yok. Sıfır! Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ama fiiliyatta orda işleyen bir sistem var. Suriye ve Irak, Türkiye’den daha kolay federalleşir. Özellikle Irak. Orda zaten öyle bir yapı var, anayasal olarak da.

Türkiye bunu nasıl karşılar peki?
Bu aslında büyük bir fırsat Türkiye açısından. Ama iktidarda ne böyle bir zihniyet var, ne bunları anlayacak bir kapasite var, ne de bunu yönetebilecek bir siyasi irade var. Hükümetin bambaşka gündemleri var. Ya da bir tane var, o da Tayyip Erdoğan’ın devlet başkanı olması. Ve burayı demir bir yumrukla yönetmesi.

Ama o bambaşka gündemlere de sızıyor artık Suriye ve Irak. AKP ne kadar böyle değilmiş gibi yapabilir ki?
Evet, dış etkenler özellikle Irak, Suriye; içerden demokrasi ve daha iyi yönetim talepleri, içerden ve dışardan adem-i merkeziyeti dayatan dinamikler... Bence Türkiye er geç adem-i merkezileşecek ya da bölünmeye gidecek. Kürtler istememesine ve tabii Türkiye’nin geneli de istememesine rağmen bölünebilir. O yüzden tarihi iyi okumak lazım.

ROJAVA’YA ŞAŞI BAKAN BİR HÜKÜMET TÜRKİYE’DE ADEM-İ MERKEZİYET TARTIŞTIRMAZ

Federasyon ile demokratik özerklik arasında nasıl farklıklar var?
İşleyen bir adem-i merkeziyetin envai çeşit yapısı var. Muhtarlıktan, konfederal devlete kadar uzanan merkez altı yönetimler var. İktidarın paylaşıldığı yerler bunlar. Çünkü artık şöyle bir akıl var; insana en yakın yönetimler, insanların karar mekanizmalarına, verdikleri verginin nasıl harcadığını yakından takip ettikleri, yönetime dâhil oldukları mekanizmalar. En yetkin, en güçlü, en kalıcı, en demokratik idari yapılar bunlar. Bu ülkeden ülkeye göre değişir.

Türkiye için peki?
Şunu söyleyeyim; Kürt siyasi hareketinin özerklik talebi, bunun için yaptıkları çalışmalar çok değerlidir. Bir pilot proje olarak hayata geçebilir. Ancak bunun hayata geçebilmesi için, adem-i merkeziyetin, özerkliğin ne olduğunu, iktidar ve sivil toplumun, Türkiye halkına anlatması gerekiyor. Öbür türlü bu bölünme olarak algılanır ve kıyamet kopar!

Tam da burada sizin “özerklik tartışması Türkiyelileşemiyor, bunun için de anlaşılamıyor” tespitinizi anımsatıp soralım; nasıl Türkiyelileşecek?
Özerklik meselesi giderek kopma, devletleşme üzerinden tartışılıyor ve bu çok sağlıksız bir tartışma. Doğru da değil. Dolayısıyla bu tartışmayı Türkiyeli bir tartışma haline getirebilmek için çok ciddi bir pedagoji gerekiyor. Bunu iktidarın yapabileceğinden son derece kuşkuluyum. Zaten öyle bir niyetleri de yok. Aslında pilot proje güneyde, yani Rojava’da. Rojava’ya şaşı bakan bir hükümet Türkiye’de adem-i merkeziyet tartışamaz, tartıştıramaz. Çünkü böyle bir tartışmanın hayata geçebilmesi için ülkenin şimdi gittiği yolun aksine gitmesi gerekiyor, yani demokrasi gerekiyor.

Ne yapılmalı?
Bunun için, elimizde artık iyice sakatlanmış olan, bir AB süreci var. AB sürecinin, 1989 sonrası sürece baktığımızda son derece merkezi bir idari yapıdan gelen ülkelerin, yani eski Sovyet etki alanındaki ülkelerin adem-i merkezileşmesinde büyük rol oynadığını görüyoruz. Neyle? Bölgesel politikayla. Bölgesel politika bu anlamda çok değerli. O ülkelerin daha iyi, daha demokratik bir şekilde yönetilmelerini sağlıyor. Bu muazzam bir fırsat. Ama hükümet bunun farkında değil. Anlamadılar, çünkü bu konularla ilgilenmiyorlar. Bunu senelerdir söylüyorum ama bunun için siyasi irade gerekiyor. Sadece iktidar tarafında değil, Kürt siyasi hareketi tarafında da gerekiyor.  

Kürt siyasi hareketi başka ne yapabilir?
Her ne kadar AB’nin bölgesel politikasıyla yeterince ilgilenmese de Kürt hareketi gerekeni yaptı aslında. Gayet somut tekliflerle geldi. Nerde geldi? Lağvedilen Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na özerklikle ilgili sunduğu taslak üzerinden geldi. Ama gündem bile olmadı. Türkiye’nin idari yapısı biliyorsunuz Fransa’dan kopyalanmıştır. Fransızlar 1982’de başladılar sistemlerini adem-i merkezileştirmeye. Sonunda bir anayasal duvara dayandılar.

Dolayısıyla anayasa değişikliği şart?
Evet. İdarenin adem-i merkeziyetçi olduğu anayasada yazmadan hiçbir adem-i merkeziyet sistemi doğru dürüst uygulanamaz. Fransızlar bunu anladıktan sonra, 2003’te anayasalarını değiştirdiler. HDP bunu biliyor. Bu yüzden anayasa teklifine bunu dahil etti.

4 BAKANIN YÜCE DİVANA ÇIKMASI YARGISAL ANLAMDA ABSÜRD

Söyleşimizin yayınlandığı gün yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan 4 eski bakanın Yüce Divana gidip gitmeyeceğine ilişkin komisyon kararı açıklanacak. Siz yüce divan kararı bekliyor musunuz?
Ben bir karar çıkmayacağını yine erteleyebileceklerini düşünüyorum. İnanılmaz bir tutarsızlık var bir kere. Bir taraftan yargı takibe gerek olmadığı kararını verdi biliyorsunuz. Böylece 17-25 Aralık soruşturmaları düştü. Diğer taraftan ama 17-25 Aralık ifşaatının öznesi olan dört eski bakan Yüce Divana çıkıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Yargısal anlamda absürd! Bu iş sadece dört bakanda mı bitiyor? Bitmediği ile ilgili bin türlü emare var. Dolayısıyla ben pek ümitvar değilim. Yüce Divan kararını çok zor görüyorum. Çünkü onun da bir riski var. Çıkar konuşabilirler.

Nitekim Muammer Güler, böyle bir işaret verdi…
Tabii. Çünkü her şeyini kaybedecek! Bir de şöyle bir yaklaşım var, ki anladığım kadarıyla Davutoğlu’nun yaklaşımı da o. Yani, işte “biz yine mağduruz!”… “İktidarın son mağduriyeti” diyorum ben ona. “Aramıza kötü insanlar karıştı, hadi bunları temizleyelim!” İyi de bunları temizleyeceksen niye yargıya bu kadar baskı yapıyorsun? Demek ki başka şeyler var. Öyle olunca da tek çare olarak, “hadi çok konuşmayın bunları, kapatın gitsin” gibi alaturka bir noktaya geliyor iş.

MİLLETVEKİLİ LİSTELERİNİ DAVUTOĞLU DEĞİL ERDOĞAN YAPACAK

Güncelliğini koruyan bir başka mesele de, Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’na başkanlık etme isteği. Tamam, Anayasa cumhurbaşkanına bu hakkı veriyor ama “gerekli hallerde” deniyor. Erdoğan hangi gerekçeyle başkanlık edecek?
Valla başından beri ‘82 Anayasasının, Türkiye’yi yarı başkanlık sistemi ile yönetmek isteyen bir iradenin eseri olduğu söylenir. Dolayısıyla onun uygulamasını yaşıyoruz. Burada sorumluluk meselesi de var. Erdoğan başkanlık edecek ama alınan kararların sorumluluğunu kim alacak? Kendisi değil. Sorumluluk Başbakanda. Bu nereye kadar gider? Çünkü Başbakan “sorumlu olduğum ama razı olmadığım bir kararın altına imza atmam” diyebilir. Dolayısıyla çok zorlama. Bir de gölge kabine kuruyor, biliyorsunuz. Türkiye’de iki bakanlar kurulu oluşuyor fiilen. Bu sürdürülebilir bir şey değil.

Erdoğan’ın 19 Ocak’ta Bakanlar Kuruluna başkanlık etme kararı ve Bülent Arınç-Binali Yıldırım atışmaları, “AKP’de 5 Ocak krizi” şeklinde değerlendirildi. Siz AKP içindeki itirazların krize dönüşeceğini düşünüyor musunuz?
AKP içindeki itirazlar şimdilik radikal itirazlar değil. Parti içinde ciddi krizlere yol açmayacağı anlaşılıyor. Çünkü herkes, bütün o mızmızlananlar dahi aynı geminin içinde! Kader birliği var yani.

“Milletvekili listeleri hazırlandığında kriz daha çok görünür olacak” deniyor…
Olabilir ama adını bile bilmediğimiz vekillerin partide ağırlığı hiç yok. Onlar çünkü Tayyip Erdoğan’ın yarattığı vekiller. Şimdi başkalarını koyacak. Yani milletvekili listelerini Davutoğlu yapmayacak, Erdoğan yapacak!

HDP’NİN SEÇİME PARTİ OLARAK GİRMESİ BİR KUMAR

“2015 idarenin daha da merkezileşeceği bir yıl olacak” deniyor. Katılır mısınız?

Elbette. Çünkü tamamen bu yönde cereyan ediyor her şey. İçinde bulunduğumuz merkezileşme sadece devlet aygıtının, yani bürokrasinin işi sonuna kadar kontrol etmesi değil; içinde bulunduğumuz merkezileşme, var olan bütün denge ve denetleme mekanizmalarının yerle bir edilmiş olduğu ve kararların sadece bir kişi tarafından alındığı bir merkezileşme. Bu görülmüş şey değil ve sürdürülebilir de değil. O yüzden burası er ya da geç âdem-i merkeziyetleşecek diyorum.

O tek kişiye gelelim o halde! Malumunuz, son günlerin güncel konularından biri de “AKP ile HDP” anlaştı iddiaları... “AKP, Kürtlere kısmi de olsa özerklik verecek” deniyor. Ne diyorsunuz bu iddialara?
Valla işte o çok zor olur diyorum! Şunun Türkiye’ye anlatılması gerekiyor; Tayip Erdoğan’ın başkanlık muradıyla, Kürt siyasi hareketinin özerklik muradı ancak ve ancak demokratik bir Türkiye’de gerçekleşir. Öbür türlü kopar. Ve de kıyamet kopar! Böyle bir pazarlık olmuş olabilir mi? Bilmiyoruz. Ama bu çok tehlikeli bir pazarlıktır. Çünkü bu mesele Türkiyelileşmeden hayata geçebilecek bir şey değil.

“AKP ile HDP anlaştı” iddialarının en temel gerekçesi, HDP’nin seçime bağımsız olarak girme kararı alması. Konuyla ilgili bir sürü senaryo üretiliyor ama kararı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bunun çok tehlikeli bir kumar olduğunu düşünüyorum.

Neden?
Birincisi, yüzde 10 barajını geçmesinin zor olduğunu, bu işten anlayan ve Kürt siyasi hareketine karşı olmayan herkes söylüyor. İki; yeni bir seçmen kitlesi arayışı olabilir ama bu çok muğlâk. AKP’li Kürt seçmenin HDP’ye gitmesinden bahsediliyor. Selahattin Demirtaş’ın demokratik kişiliği ve cumhurbaşkanlığı adaylığı münasebetiyle yarattığı rüzgârın tekrar canlandırılabileceği düşünülüyor ama bütün bunlar varsayımlar.

6-8 Ekim’deki Kobanê’ye destek eylemlerinde yaşananlar, sonrasındaki HDP ve Demirtaş’ı itibarsızlaştırma çabaları nedeniyle mi ‘bu bir kumar’ diyorsunuz?
6-8 Ekim’den sonra yüzde iki oyun gittiğini söyleyenler var. “Partinin oyu yüzde 6-7” deniyor. Bilmiyoruz. Ama asıl soru şu; Bu riski almanın manası nedir? Sadece parti yardımını almak mı? Herhalde değil. O halde ne? Çünkü bunun riski var ve kıyamet kopar dediğim de o. Eğer bu sayede Erdoğan, parlamentoda anayasayı değiştirme amacıyla referanduma gidecek çoğunluğu yakalar veya doğrudan doğruya 367 ile Meclisten başkanlık sistemini çıkartırsa, diğer tarafta da yani Kürdistan’da fiili bir Kürdistani durum ortaya çıkarsa, bu Türkiye açısından son derece tehlikeli bir döneme işaret etmeye başlar. Benim bütün endişem o. Demokrasisiz barış olur, çatışmasızlıkla… Ama Kürtlerin istediği bu mu?

Demokrasi ve çözüm süreci başlığı çok derin bir konu. Ama “Türkiye’nin batısına faşist olan iktidar, doğusuna demokrasi getirir mi” sorusunda şu atlanmıyor mu? Sadece çözüm süreci başladığından beri onlarca sivil öldürüldü, her eyleme saldırıldı… Dolayısıyla AKP, doğuya ne kadar demokratik?
Türkiye, demokrasi arayışında ama demokratik bir ülke değil. Dolayısıyla Türkiye’nin batısı ne kadar demokrat değilse, doğusu da o kadar demokrat değil. Burada hakikatten demokrasi anlamında bir arayış varsa, eksiği gediği ile Kürt siyasi hareketinin burada çok büyük payı var. O yüzden zaten Türkiye’deki sol demokratlar veya liberal solun beklentisi, Kürt siyasi hareketinin demokrasi anlamında en temel güç, en temel dinamik olmasıdır. Dediğim gibi Irak ve Suriye’deki gelişmelerle de birlikte okursak bu o kadar tarihi bir şans ki, Türkiye bunun dışında mümkün değil kalamaz. Ama şu anda öyle bir aklıselim yok.

O aklıselim çözüm sürecinde nasıl işliyor peki? Sizce çözüm süreci nasıl gidiyor?
Bu çözüm süreci falan değil. Bu seçime kadar bir çatışmasızlık, artı siyasi manevralar. Ondan sonrası ise tamamen karanlık…

Şimdi bir de HÜDA-PAR meselesi var, ne olduğu belli değil. Nereye gidecek, ne anlama geliyor? ‘AKP zayıflıyor, HÜDA-PAR verelim’ gibi bir yaklaşım mı var?
Tabii bu, süreç denilen durumun şeffaf olmamasıyla da alakalı… Bilgi olmayınca dedikodu olur çünkü. Her kafadan bir ses çıkıyor, devamlı satır arası okuyoruz, niyet okuyoruz. Böyle olmaz!


HÜKÜMETİN ÖZERKLİKTEN ANLADIĞI BELEDİYELERİN GÜÇLENDİRİLMESİ

Özerklik denince bölünme tepkisi verenler, “Kardeşim hiç mi bizim endişelerimizin karşılığı yok. Bölünme olmayacağının garantisi nedir?” diye soruyorlar. Ne diyeceksiniz?
Valla Türkiye’deki siyasi altyapı ve gelenekler, böyle bir pilot projenin uygulanmasına hem yapısal hem de konjonktürel anlamda müsait değil maalesef. Olmadığı için de en fazla Bülent Arınç’ın dediği gibi “yerel yönetimlere biraz daha hak verelim, idare edin” olur. Ama âdem-i merkeziyet-özerklik, belediyenin daha fazla güçlendirilmesi değil.

Fakat Türkiye’deki tartışmalardan belediyelerin güçlendirilmesi anlaşılıyor…
Öyle anlaşılıyor çünkü Türkiye’de belediyenin dışında âdem-i merkezi başka bir yapı yok. Bir de il özel idareleri var, o kadar. Bir de icracı olmayan kent konseyleri falan. Bunlar daha ziyade istişari mekanizmalar. Kanunen yaptırımları yok. O yüzden onları sayamayız. Yürürlükte olan bugünkü ‘82 Anayasasındaki 123, 126 ve 127. maddeler Türkiye’de idarenin ne olduğunu söyler ve yerel yönetimlerin sınırlarını çizer. Yani vali ve kaymakam “he” demedikçe çivi çakamazsınız. Bu kadar basit...

Dolayısıyla HDP, “özerkliği uygulamaya geçireceğiz” diyerek, kimi pratiklere başlasa da anayasa değişikliği olmadığında bunların bir hükmü yok. Örneğin şu an sınırları içinde bulunduğumuz Beyoğlu ilçesinde belediye olarak ne kadar Gezi Parkı’nın park kalması için halka sorsak, meclisler oluştursak, kararlar alsak da bir işe yaramayacak…
Yaramayacak tabii. Son karar merkezindir. Yerelde bir dolu itiraz var, özellikle son dönemdeki çılgın kalkınmacı saplantı dolayısıyla herkes canhıraş şekilde “yapmayın, etmeyin” diyor. Bütün Türkiye’den benzeri itirazlar yükseliyor ama umuru değil hükümetin. Son tahlilde kararı veren kendisi…
Dolayısıyla, bu sadece belediyeler için geçerli ama Kürt siyasi hareketinin geliştirdiği modellerin hayata geçmesi için, çok açık şekilde idarenin âdem-i merkeziyet olduğunun belirtilmesi ve bölgelerin tüzel kişiliğe kavuşabilmesi gerekiyor.

SİYASİ ÖZERKLİK TÜRKİYE İÇİN ERKEN

Siyasi özerklik, idari özerklik tartışmalarını da soralım; siyasi özerklik Türkiye için ne kadar mümkün? Âdem-i merkeziyet modelinde siyasi özerklik olmadan, idari özerklik mümkün müdür?
Bunlar işin ayrıntıları ama siyasi özerklik, federal ya da konfederal bir yapı demek. Kanaatimce bu Türkiye için çok erken. Olabilir ama bunun Türkiye’nin geri kalanına kabul ettirilmesi için öyle bir tartışma, öyle bir arayış görmüyorum. Siyasi âdem-i merkeziyet çok ileri bir âdem-i merkeziyet biçimi. İdari âdem-i merkeziyet de çok önemli, keşke olabilse. Ama onun da olmazsa olmazı mali âdem-i merkeziyet. Mali özerklik vergi kaldırabilme hakkı demek… Hepsini değil ama en azından bütün yerel vergilerin kullanımı, ta Özal zamanında konuşulurdu ama olmadı, olmuyor.

Yani, Diyarbakır Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın “kaynaklardan pay istiyoruz” talebiyle gündemimize giren kısım?
Evet. Meselenin özü o. Tablolara baktığımızda Türkiye’de yerel yönetimlerin aslında bir kronik mali kaynak sıkıntısı çektiğini görüyoruz. Hükümet bile bile kaynak aktarmıyor. Belediyelerin yapamadıkları işleri gelip kendisi yapıyor. Böylelikle o yerel yönetimlerde yaşayan vatandaşların gözünde “A,devletimiz geldi yaptı, belediye yapamadı” oluyor. Bu tam bir siyasi manevradır aslında. Dolayısıyla mali ve idari âdem-i merkeziyet birbirleriyle yüzde yüz ilişkili. Mali âdem-i merkeziyet olmazsa, idari âdem-i merkeziyet olmaz.

İKTİDARIN KAFASINDA BAŞKANLIK DIŞINDA BİR TASAVVUR YOK

Özerklik başkanlık sisteminde nasıl hayata geçebilir?
Dünyada iyi işleyen bir tane başkanlık sistemi var; ABD. İkincisi yok. Eyalet demek, özerklik demek… Yerel bazı kanunları yapma yetkisi, vergi kaldırma vs. Ama konfederal bir yapı. Zamanında bu işin iktidar içerisindeki amigoları, bunun belki bir eyalet sistemi içerebileceğini söylediler ama tartışma iki üç gün sürdü sonra bitti. Çünkü öyle bir niyet yok. İktidarın başkanlık kavramında, o başkanlığı dengeleyebilecek ve denetleyecek, ama bizim klasik anlamdaki yargı, yürütme ve yasama arasındaki denge denetleme değil, dikey denge denetleme, yani yerel, bölgesel yapılar yoluyla (buna belediye dâhil) denetleme gibi bir tasavvur yok. Ne var? Çok güçlü bir başkanlık var. Böyle bir çerçevede Kürdistani bir özerkliğe yer zaten yok. O yüzden istemeye istemeye kopuş diyorum.  

 

ÖNCEKİ HABER

Arap Birliği politikalarının iflası

SONRAKİ HABER

‘Yolsuzluğun temeli 2002’de atıldı’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...