27 Aralık 2014 00:53

2015 yılı, Avrupa’da hareketli bir yıl olabilir

Avrupa’da halkların öfkesi büyüyor ve kendini sistem dışı olarak tarif eden siyasi odaklar da güçleniyor. 2015 yılına Avrupa’nın bir çok ülkesinde emekçiler yolsuzluğun, işsizliğin artması, ve buna bağlı olarak da hükümetlere karşı tepkilerin yükseldiği koşullarda girecek.

Paylaş

2015 yılına Avrupa’nın bir çok ülkesinde emekçiler yolsuzluğun, işsizliğin artması, ve buna bağlı olarak da hükümetlere karşı tepkilerin yükseldiği koşullarda girecek. Öfke büyüyor, ve buna bağlı olarak sistem dışı olarak kendisini sunan siyasi odaklarda güçleniyor. Yine 2015 yılı bir çok ülkede de seçim yılı olacak. Yunanistan ve İspanya yakından takip edilecek iki ülke zira “aşırı sol” diye tanıtılan Syriza ve Podemos’un iktidara gelme ihtimalleri var. Ama bu ülkeler de dahil olmak üzere, Avrupa’nın tüm ülkelerinde burjuvazi böl ve yönet taktiğine sürekli devam ediyor. Son dönemlerde Almanya’da çıkan İslam karşıtı yürüyüşler (PEGİDA) bunun en somut örneklerinden sadece birisi.


ALMAN POLİTİKASI VE MÜLTECİLER

Arnold SCHÖLZEL
Junge Welt

Alman tekellerinin şef bürolarında kaybetme, düşme korkusu egemen. 2007’den beri devam eden kriz henüz bitmiş değil ve borsadaki yeni bir çöküş her an gelebilir. ABD ve Doğu Avrupa’daki yardımcıları sıfır bütçe çabaları içindeki Alman hükümetini burnundaki halkadan Rusya ile çatışmaya doğru çekiyor. NATO, Müslümanlığın genel  görüntüyü belirlediği Afganistan’dan Mali’ye kadar ülkelerde 2015’te de Batı katliamlarının sona ermemesini sağlama telaşında. Tuhaf bir tartışma da  Libya’nın NATO tarafından işgal edilmesi üzerine sürdürülüyor. Libya’da bir yanda Mısır ve Suudi Arabistan, diğer yanda NATO üyesi Türkiye ve Katar, belli güçlerin temsilcileri olarak savaş sürdürüyorlar. Bu sorunların müsebbipleri arasında yer alan Avrupalıların en büyük derdi ise buralardan gelebilecek mülteci akını. Hele de Almanya’da bu konuda resmen panik yayılıyor.
Kanıt, hükümet partilerinin ve CDU/CSU’dan türemiş AfD’nin bu konudaki açıklama ve tavırları. Yandaş medya da bu koroya katılıyor. Dresden’de yapılan en büyük PEGİDA eyleminin ardından Frankfurter Allgemeine Zeitung; ‘Gelecek yıl tahminen 200 bin kişi Almanya’ya ilk kez iltica başvurusunda bulunacak’ diye yazdı. Bu tahmin Federal Göçmenler Dairesi müdürü tarafından DPA’ya yapılmıştı. Bunun üzerine şikayetlerle dolu (mızmızlanarak) bir yorum yazan FAZ redaktörü Daniel Deckers, fala bakarak şu öngörülerde bulundu: “Batı, katliamlara hiçbir tepki vermeden, ne yapacağını bilemez halde bakıp duracak!’ Tabii ya; bilindiği gibi Alman ordusu Afganistan’a kuyu kazmak için gitmiş ve bu arada 140 sivili bir seferinde bombalarla öldürtüvermişti...
“Yani Almanya, diğer AB üyesi ülkeler arasında en fazla mülteciyi kabul etmek zorunda kalacak” diye mızmızlanmaya devam ediyor Deckers. Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkeler yıllarca utanmazca az mülteci almayı sürdürmekteydiler ve bu durumu değiştirmek için kıllarını bile kıpırdatmayacakları açıktı. Almanlar, her zaman oldukları gibi kurban ve dezavantajlıydılar... Kısacası; görüldüğü üzere 1897’deki ‘Güneşte bir yer’ ifadesinden bu yana Alman emperyalizminin üzerine politika yaptığı ‘mağdur’ edebiyatında hiçbir değişiklik olmamıştı...
Burjuvazinin bir kısmı, gelecek günleri hazırlamak için, kendini kitlesel bir taban aramaya vermiş durumda. En geniş uzlaşmayı 30 yıldan beri sürdürülen “Gemi/tekne doldu!’ histerisi sağlıyor. Dresden’deki İslamlaşmaya Karşı Hareket safsatası herkes tarafından kabullenilmiyor, çünkü bu ‘yurtseverler’ ne kontrol edilebilecek bir yapıya sahip ne de örnek gösterilebilecek liderlere... Bu durumun değiştirilmesi zorunlu. FAZ ve ortaklarının mültecilere yönelik ilgisi ise salı günü işe yarayan yani sömürülebilen mültecilere karşı olmadığını açıklayan Federal Göçmenler Dairesi Müdürü Ulrich Grillo’dan hiç farklı değil. Gerçek ilgi duyulan önümüzdeki kriz ve savaşlarda toplumsal dengenin nasıl sağlanacağı konusu. Ve bu konuda egemenler hiç de öyle ellerini kollarını bağlayıp oturacak gibi görünmüyorlar...

(Çeviren: Semra Çelik)


RADİKAL SOL’UN GELİŞMESİ BRÜKSEL’İ TEDİRGİN EDİYOR

Claire GATIOIS
Le Monde

Avrupa tedirgin. Yunanistan’da erken seçimler yaklaşıyor ve kemer sıkma programını iptal ve borçları sileceğini ilan eden radikal sol Syriza partisi iktidarın eşiğinde. Atina’ya bir kaç bin kilometre ilerde, İspanya’da aşırı solcu Podemos (Yapabiliriz) 2015 genel seçimlerine hazırlanıyor ve kazanma şansı var. Kasım sonunda kamuoyu yoklamaları, Pablo İglesias’ın partisini, Başbakan Mariano Rajoy’ın partisi Halkçı parti (PP) ve Sosyalist Partinin önüne yerleştiriyordu. Portekiz’de, Kıbrıs’ta ya da İrlanda’da, aşırı solcu hareketler, yukarıdan, yani Brüksel’den, dayatılan tasarruf paketlerinden usanmış ve eli bol bir sosyal devlet nostaljisi içinde olan seçmenlerin dikkatini çekiyor. Devrim havası mı? Siyasi yenilik vakfı müdürü Dominik Reynié’ye göre bunu bir öfkeyle, “Avrupa ismiyle anılan sistemin radikal eleştirisi ile, popülistlerin gelişmesini de sağlayan” bir öfkeyle açıklamak daha doğru olur. “Brükselli elitlerin” eleştirisi kuzey ülkelerinde (İsveç, Danimarka, Finlandiya ...) aşırı sağcı popülist eğilimlerin gelişmesi ile görünürken, Güneyde bugüne kadar gömüldüğü sanılan bir radikal sol ile ifadesini buluyor. Bizim Avrupa’mız Enstitüsü Müdürü Yves Bertoncini’ye göre : “ krize karşı iki tür tepki var: Bir yandan “Güneydeki tembeller için biz ödemeyeceğiz” sloganı ile ifadesini bulan “dayanışma karşıtı” bir eğilim, diğer taraftan ise “Troykanın [Avrupa merkez bankası, İMF ve Brüksel Komisyonu] yönlendirdiği ülkelerde kemer sıkma karşıtlığı eğilimi”. Komünist blokun yıkılışından çeyrek asır sonra radikal sol partilerinin yükselişi geçmişte kalmış bir eğilimin yükselişi gibi görünebilir. Ama bu akımdan bir çok hareket, Podemos gibi, kısa bir süre önce kuruldu ve eski radikal solun temaların bir çoğundan vazgeçerek, “Avrupa ve İMF’nin” sosyal devlet ve işçilerin iyiliğine “karşı oluşturduğu baskı” üzerinde yoğunlaşarak gelişti.
Radikalleşen Siyasi Hareketler Uzmanı Jean-Yves Camus “kriz sınıflar mücadelesinin bir biçiminin ölmediğini gösterdi” diye belirtiyor. Ona göre, sömürenlere karşı sömürülenler, küreselleşmeden faydalananlara karşı kenara atılanlar, bankalara karşı işçiler karşıtlığı tekrar gündeme geldi. İspanya’da Podemos, “Madrid’i sömürgeleştirme” eğilimi içinde bir güçlü Almanya’ya karşı oluşan öfkeden besleniyor. Partinin Başkanı Pablo İglesias, Merkel’e seslenerek “Onurumuzu kaybetmedik, senin önünde diz çökmeyeceğiz” ifadesini kullanıyor sürekli.
Bu hareketler ılımlı solun terk ettiği bir retorik kullanımı üzerinden gelişiyor. [...] Bir çok ülkenin kamuoyunda sosyalistlerin halka ihanet ettiği, ya da çözüm sunamadıkları, hatta başaramadıkları hissi ağır olarak hissediliyor. Uzmanların “1929’dan bu yana en derin kriz” olarak adlandırdıkları krize karşı sol partiler, başarısızlığı önceden bilinen önlemleri dayatmak için sağ ile Ulusal Birlik içinde oldu. Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerde, pragmatizm adına “Troyka” ile anlaşmaları sosyalist bakanlar imzaladı. Buna bir de, insanların midesini bulandıran ve sistemden uzaklaşmalarına yol açan ve hükümet partilerine çamur lekesi gibi yapışan yolsuzluk skandallarını eklemek gerekiyor.
Avrupa Parlamentosunda aşırı sol grup Avrupa Sol Partisi (GUE) içinde Fransız Komünist Partisinin Temsilcisi Anne Sabourin, “Bayrağı artık biz devralıyoruz. Avrupa solunun geleceği biziz” diye belirtiyor. Ama Brüksel’de bu yükseliş rahatsızlığa yol açıyor. Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker, Atina’daki gelişmeleri kastederek kaygılarını şu şekilde dile getirdi “Bu aşırı güçlerin iktidara gelmesini görmek istemeyiz. Ocak ayınca tanıdık yüzlerle karşı karşıya gelmek isterim”. Bu sözleri bu şekilde ifade etmesi bir hataydı. Avrupa’nın seçim süreçlerine müdahale etmemesi gerekiyor. Yves Bertoncini’ye göre “Komisyonun yaptığı doğrudan bir tercih ters tepki yapabilir”.  Ama uzmanlara bakılırsa, bu radikal sol sanıldığı kadar da kaygı verici değildir. Brüksel’e karşı sert bir söylem içinde olmalarına karşın, bu partiler aşırı sağın tersine “Avrupa’yı içeriden yıkacağız” sözü vermiyorlar. Fikirleri Avrupa’yı değiştirmek.
Bizim Avrupa’mız adlı kuruluşun yaptığı bir araştırmaya göre, aşırı sol partilerin kazandığı 42 sandalyeden “hiç biri AB’ye, Avrupa’ya entegre olmaya karşı çıkmıyor. Ama onun doğasını değiştirmek istiyorlar. Bu grup genelde kendisini antiliberal ve sosyal olarak tanıtıyor”. Anne Sabourin, radikal sola karşı yapılan suçlamalara öfkelenerek “Biz Avrupa’ya karşı değiliz, başka bir Avrupa savunuyoruz” diye belirtiyor. Ona göre, “Syriza tehlikeli bir parti değil, avro para biriminden çıkmak istemiyor. İktidara geldiğinde piyasaların memnun kalmayacağı kesin. Ama Avrupa’nın işi aşırı derecede yetkiler verilen piyasayı memnun etmek değil. Avrupa ile iş birliği içinde ülkenin gidişatını ele almalıyız”. Radikal sol partilerin tarihsel kökenleri milliyetçi, ya da yabancı düşmanı söylemlere sarılmasını engelliyor. Yves Camus’ye göre “Bu partilerin DNA’sı enternasyonalizmdir”. Peki bu tavır, radikal solun, aşırı sağın söylemlerine kulak kabartan seçmenlerin bir kesimini etkilemesinin önünde engel mi ? Radikal sol ve tabuları ve Sol cephe neden Ulusal cephe karşısında kaybetti ? adlı iki kitabın yazarı ve radikal solun AB ve avroya karşı daha açık tavırlar içinde olmasını uman Aurelien Bernier’e göre “radikal sol Avrupa’yı değiştirme miti ile yaşıyor”. [...]

(Çeviren: Deniz Uztopal)


KUZEY KORE SINIRINI AŞTI

Daily Telegraph
Başyazı

Kuzey Kore’nin tehditleri ürkütücü ama Kuzey Kore’nin bir sonraki adımını tahmin edemememiz daha da kötü. Kuzey Kore hariç başka bir ülke Beyaz Saray’a, Pentagon’a ve tüm Amerikan topraklarına askeri bir saldırı ile tehdit etse tepkinin ne olacağını tahmin etmek çok kolay olurdu. Üstelik enerji santraline saldırmak için plan yapsa o ülkenin sonucu vahim olurdu. Ne hikmetse söz konusu Kuzey Kore olunca uluslararası camiaya bu tür olağanüstü ve alışa gelmiş saldırılar normalleşiyor.  Daha halen Kim Jong’la alay eden “The Interview” filmini protesto etmek için Sony şirketine düzenlenen siber saldırıların Pyonyang Hükümetinin olmadığına inanlar var. Aynı şekilde, Güney Kore’nin nükleer tesislerini hack yapan Kuzey Kore hükümeti olmayabilir. Fakat uzun zamandır kendi halkına ve uluslararası camiaya benzer umursamazlık ve bencillikle davranan bir rejim’den ancak bu tür bir davranış beklenir.
Eğer Pyonyang Hükümeti ve Batı ülkeleri arasındaki ilişki kavgacı tutumdan uzaklaşır ve normal düşmanlık haline dönerse - ki ne yapacağı belli olmayan bir diktatörle bu garanti değil- iki önemli şey öğrenmiş olacağız: Birincisi, siber güvenliğin ertelenebilecek bir iş değil, hükümetlerin ve şirketlerin öncelik olarak görmesi gereken bir husus olduğu. İkinciside Kuzey Kore’nin oluşturduğu tehdit karşısında hazırlıklı olmalıyız ve daha fazla zarar vermeden tehlikeyi kontrol altına almalıyız. Çin uzun zamandır Kim’in (Kuzey Kore’nin) koruyucusu oldu -tabii bunun bir sebebi eğer rejim devrilirse akın edecek ilticacılardan korktuğundan- fakat Pyonyang’in şimdiki hareketi sınırı aştı.
Diktatör rejimin en tehlikeli yanı bir sonraki adımını tahmin edememek.
(Çeviren: Çağdaş Canbolat)

ÖNCEKİ HABER

NATO, Baltık ülkelerini silahlandırıyor

SONRAKİ HABER

'Grev şimdi değilse, ne zaman!'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa