21 Aralık 2014 03:08

Efsanelerin kahramanları yaralı kurtulanlardır!

Malum, topraklarımız hatırı sayılır derecede olay, katliam, çatışma, cinayet, suikast, soykırım… yaşadı. Ve bütün bunların karşılığında yas, adalet arayışı, iyileşme çalışmaları, dayanışma gibi travma sonrası bireysel ve toplumsal süreçler ile örüldü.

Paylaş

Müge TUZCUOĞLU

Malum, topraklarımız hatırı sayılır derecede olay, katliam, çatışma, cinayet, suikast, soykırım… yaşadı. Ve bütün bunların karşılığında yas, adalet arayışı, iyileşme çalışmaları, dayanışma gibi travma sonrası bireysel ve toplumsal süreçler ile örüldü.
Bugün için Türkiye’yi travmaları ile yüzleşememiş bir ülke, toplumu ise bunlar ile henüz tam anlamıyla yüzleşememiş ama kendince baş etme yöntemleri yaratan halklar olarak kabaca tanımlayabiliriz. Bu karşılıklı süreçte, kuşkusuz, adalet ve eşitlik arayışları hiç eksik olmamış. Ve zaten bu arayışların ve arayışçıların yüzü suyu hürmetine yaşadıklarımız, bir daha yaşanmasın diye peşi bırakılmamıştır.
Hesabı sorulamamış, aydınlatılamamış, hatta yüzleşilememiş her bir olay, bugüne kadar aktarılmış, ilk günkü gibi taze kalmıştır. Birike birike ise bugüne gelmiştir. Bu birikim, bugünü yaratmıştır. Daha önceki hükümetler döneminde, bir şekilde üstü örtülebilirken, artık toplum da öyle bir doyum noktasına ulaşmıştır ki, yaşadıklarının karşılığını alamadan bir adım daha atamamaktadır.
Travma ve iyileştirme çalışmalarında kullanılan üç başlık  bu süreci anlamlandırmamıza yardımcı olur.

HAKİKAT...

Bu başlıklardan ilki “hakikat”tir. Hakikat; gerçekten de öte, zamanla, anla, kişiyle, anlayışla kısıtlanamayacak olan’dır. O anda ne olmuştu? Manipleye belki de en açık, hafızayı, anıyı, hatırlamayı en güçleştiren kısımdır. Aslında ne oldu? Bunun cevabı için bakılacak yer, vicdanlardır. Vicdanın önüne hiçbir kimlik, siyasi görüş, kişisel veya toplumsal çıkar eklemeden durduğumuz yer!
Hakikatin; çoğu zaman, üstü örtülmeye veya toplumdaki en hassas noktadan tutarak çarpıtılmaya ya da ikincil üçüncül referanslar ile atlatılmaya çalışılır.
Roboski’yi hatırlayın. 28 Aralık 2011’de Irak sınırında, 34 kaçakçının TSK’ya ait savaş uçakları ile öldürülmesinin ardından; 12 saat boyunca, hiçbir şekilde haber olamadı. 12 saat sonra, TSK’dan “terörist, hudut, hareket…” gibi kelimeler ile olay ifade edilmiş ve basında da “terörist mi kaçakçı mı” imasıyla haber olabilmiştir. Olayla ilgili ilk açıklama hükümet adına değil ama AKP adına Hüseyin Çelik’ten “Hantepe” hatırlatmasıyla “Operasyon kazası” şeklinde duyurulmuştur. Ardından dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ilk açıklaması da, cenazeler defnedilirken, Ankara’dan, “gerekli incelemelerin yapılacağı” şeklinde, olayın hala araştırıldığına yönelik geldi.
Sonrasında da ABD istihbaratı uzun süre tartıştırılmış ve MİT istihbaratının hatasına pay biçilerek, sorumluluk TSK’dan, hükümetten sıyrıltılmaya uğraşılmıştır. Erdoğan’ın olayın hemen sonrasındaki Meclisteki grup toplantısında, 3 Ocak günü, TSK’ya hassasiyeti nedeniyle teşekkür etmesi de sorumluluğun devredilmesinde önemli bir paya sahip.
Haksızlık varsa haksızlığın, talepler varsa taleplerin, acı varsa acıların hiçbir kaygı ve korkuya yer vermeden rahatça dile getirilmesi gerekliydi. Bu hem iyileşmenin, hem de hakikatin ortaya çıkmasında önemli bir noktaydı. Her şey farklı okunabilirdi. Olmadı!

ADALET...

Adalet konusu, bu sürecin çarpıtılan gerçeklere rağmen kurumsal olarak aydınlatılması için son şanstır. Roboski’de, gerçeklerle birlikte, adalet de karşılanamamıştır.
Olaydan üç gün sonra olay yerine giden Uludere Kaymakamı’na yönelik protestolarda, köylülerden 5 kişi tutuklandı. Köylülere yönelik daha sonra da “sınır ihlali yaptıkları”, “eylemlere katıldıkları” gibi gerekçelerle soruşturmalar, davalar açıldı.
Tüm bunlara rağmen, Roboski olayındaki dava sürecinde hiçbir yol katledilmedi. 5 Ocak 2012 tarihinde, Uludere Savcılığı soruşturmada gizlilik kararı aldı. Daha sonra hiçbir askerin ifadesine de başvurmadan, dosyayı, Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığa gönderdi. 17 Ekim’de ise Adalet Bakanlığı’nın “yetkiniz yok” yazısı ile; ailelerin ve olayın soruşturulmasını isteyen kesimlerin tüm itirazlarına rağmen dosya askeri yargıya teslim edildi. Olaydan üç yıl sonra, 7 Ocak 2014 tarihinde ise Askeri Savcılık takipsizlik kararı verdi. Aileler adına avukatlar ise bu karara itirazları ise reddedildi.

ONARIM...

Onarım süreci; yüzleşme’lerden, özür’lere, iyileşme’lerden kabullenme’ye kadar birçok ara dönemi içerir. Aynı zamanda, bu süreç, toplumu; militarizmden, milliyetçilikten, ırkçılıktan, şiddetten arındırır. Çünkü katliamlar sonrası üzerinde kara bulutların gezdiği toplumun yanı başında ise yas, travma, yalnızlık, korku, kaygı, sürekli bir düşman çıkacak hissi, nefret, ırkçılık, milliyetçilik, militarizm birbirini besler de durur. Yas’ı olan her toplum, bundan çıkamadıkça, gelecek kaygısı taşır. Yanı başında yaşanan katliamlara sessiz-ifadesiz olma baskısı, şiddeti pekiştirir.
Eğer Roboski’de, insani, demokratik ve adil bir tavır ile, olayın hemen ardından ulusal yas ilan edilerek, yılbaşı kutlamaları yerine acılar paylaşılabilseydi, bugün her şey daha farklı olabilirdi. “Gerekirse özür dileriz” açıklamaları yerine, devlet yetkilileri adına samimi bir özür dilenebilseydi, her şey farklı olabilirdi. Olayda sorumluluğu bulunanlara, “teşekkür etmek” yerine, adli süreç hakkıyla yürütülseydi, her şey farklı olabilirdi.
Ama olmadı!
Roboskili ailelerin yüreği, askeri savcılığın soruşturmada takipsizlik kararı vermesi ile yeniden yandı. Olayın hemen ertesinde, ülkenin bir kısmında yılbaşı kutlamalarının yapılabilmesi, köylüleri daha da yalnızlaştırdı.
Bir olay, tek başına bir olay olarak kalsa idi; onu el birliğiyle aşmak daha rahat olabilirdi. Ancak, Roboski’de nasıl ki dün de köyleri boşaltılmış, koruculuğa zorlanmış, mayınların arasında yaşam kurmuşlarsa, bugün de bütün yaşadıkları her günün her dakikasında devam etmekte.
“Her kürtaj bir Uludere’dir”, “Daha kaç kere özür dileyeceğiz”, “Bu para analarının ak sütü gibi helaldir”…
Veya köyde savaşın devam etmesi gibi…
Canlarını yitiren Roboskililerin, yerlerinden edilmiş Êzidilere kucak açması gibi…
Savaşın her gün, an be an devam ettiği bir yerde onarmaya çalışıyorlar yaralarını. Bu süreçte, onları dimdik ayakta tutan temel şeylerden biri ise belki yanında duran siyasetler ve belki de ilk kez bir Kürt katliamında, ülkenin diğer yakasından bu kadar fazla destek görmeleriydi.
İnsanlık tarihi boyunca da, Ortadoğu, Anadolu, Türkiye veya Kürdistan topraklarında da haksızlıklar, eşitsizlikler, adaletsizlikler ile örülü bu süreçler sürekli tekrarlanmış. Öldürülenler en kutsal yaşam hakları elinden alınmasıyla kalırken, geriye yaralı kurtulanları bırakmışlar. Yanı başında, veya aynı cinsinin öldürülmesi hissiyle yaralı kalan onlar, binler, milyonlar…
Bütün bunları yapanlar, bunları yapmadıkça, süreklileştirmedikçe ayakta kalamayacaklarını bilirler. Ve yaralar iyileşmeye başladığı anda, üstü üstüne darbe vururlar. Bu yüzden Kürtler ile barışmaya çalışırken, sınırdaki Kürtlerin katledilmesi yabancı değildir. Yaralı bırakmaktır amaç!
Ancak bunun karşılığında insanlık da acılarıyla baş etme yöntemleri geliştirmiştir. “Yüz milyon insanın bin yıllık gözleriyle” hem de!
Ve hepimiz biliriz ki; efsanelerin kahramanları yaralı kurtulanlardır. Hakikati ortaya çıkaran da, yaraları iyileştiren ve adaleti getirecek olan da!
Yani biz yaralı kurtulanlar, bu efsaneyi hakikat, adalet ve iyilikle yazacağız!

ÖNCEKİ HABER

Özgürlük, herkes için...

SONRAKİ HABER

Kıyamet Roboskî’de koptu, orda kaldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...