21 Aralık 2014 00:59

‘Bu direniş bizim tarzımız’

İnsani çalışma koşulları ve emeklerinin karşılığı olan ücreti alabilmek için direnen Maltepe Üniversitesi Hastanesinde çalışan kadın işçiler, sendikalı olarak çalışmak istediklerini anlatıyor.

Paylaş

Müslime KARABATAK
İstanbul

Yeni yıl geliyor, onlar da kırmızı sendika yelekleriyle, şapkalarıyla direnişlerinin çadırında hazırlanıyorlar yeni yıla. Maltepe Üniversitesi Hastanesinde 98 işçinin işten atılma sebepleri daha insani çalışma koşulları ve ücretlerinin arttırılmasını talep etmek ve “tek güvencemiz” dedikleri sendikaya üye olmak... İşten çıkarılan işçilerin çoğu kadınlardan oluşuyor. Bu aralık soğuğunda onlara reva görülen ve heyecanlarıyla dirençleriyle ısıttıkları “direniş sarayını” bize açıyorlar. Kimisi zaten sendikalı olduğu için çıkarılmış işten, kimisi ise henüz sendikalı bile değilken çıkarıldığı için “Madem öyle kaybedecek bir şey yok, kazanacak çok şey var” deyip sonradan sendikaya üye olmuşlar. Yıllarca bir arada çalışan kadınlar, direnişle beraber daha da tanımış birbirlerini. Önceleri hastanede iş bölümü yapan kadın erkek bu işçiler, şimdi direnişte iş bölümü yapıyor. Kimi desteğe gelenlere çay demliyor, kimi slogan attırıyor...

Direnişleri sadece çadır içinde de kalmıyor, önceleri “Sendikaya üye olma” diyen, onları durduran kocalarına da resti çekmişler, “Artık özgürlüğümü elime aldım, karışamazsın” diyerek. Onlardan bu zamana kadar sendikalı mücadelenin ne demek olduğunu saklayan ana akım medyaya, kadın programlarına bir sitemle “Bu direniş bizim tarzımız” diyor kadın işçiler...


TAŞERON DEDİĞİN KÖLELİK HEP SÜRMEZ YA!

Direniş çadırının içinde herkes kendine bir yer bulup oturuyor. Neden işten çıkarıldıklarını sorduğumuzda bir çırpıda “İnsan olduğumuzu onlara hatırlattığımız için” diyorlar. Onları sendikalı olmaya iten nedenlerin en başında emeklerinin karşılığını maaşlarında görememeleri geliyor. Şehriban Kaya alıyor ilk sözü, “Ben 9 yıldır burada çalışıyorum ve 1000 lira maaş alıyorum.” Diğerlerinin de durumu farklı değil. İşe 1 sene önce girenin de derdi aynı, 15-20 senesini burada harcayanın da. Neredeyse hepsi evli, çocukları var. Bir iki kişi dışında kendi evi olan yok, faturalar da bir ev kirası kadar zaten. “En azından yol paramızın verilmesini ve biraz da zamların düzeltilmesini istedik” diyor bir kadın işçi. Tüm istedikleri başta buymuş ama başka sorunları da gün yüzüne çıkmış direnişe giden yolda. Bunca sene düşük ücretle çalıştırılmaya zorlanan işçilerin talepleri “Beğenmiyorsanız ayrılın” denilerek geri çevrilmiş. Şehriban ekliyor, “Senelerdir burada emeğimiz var, bunu bırakıp gidemezdik. Çünkü kendiliğinden çıkarsak tazminat hakkı olmuyor.” Maaşları şimdiye kadar hep düşük olmuş, yönetim “Bu sene değil, seneye” diyerek onları sürekli oyalamaya çalışmış.

Nilüfer Akkaya ise, “Başka hastanelerde hastaya bakan kişi ve temizlik yapan kişi ayrıdır. Biz burada hem hastaya baktık hem de temizlik yaptık. Bir kişinin sırtında iki kişilik iş vardı. Bu yüzden katlarda normalde 4 kişilik olan yerde 2 kişi çalıştık. Bir kadın bir erkek hem temizlik yaptık hem de hasta baktık” diyor. Yönetimle toplantı yapmak isteyen işçilere hastanenin konferans salonu bile açılmamış, merdiven altı bir yerde toplantılar düzenlenmiş. “Buna mı layık görüyorlar bizi?” diyorlar. Aslında direnişe geçtiklerinde fark etmişler ki diğer sağlık çalışanlarının durumları kendilerininkinden farklı değil. Birçok çalışanın taşeronda olduğunu, karın tokluğuna çalıştıklarını biliyorlar. Bu yüzden de özel hastanede çalışan işçiler olarak “Biz kazanırsak bütün Türkiye’ye örnek olacağız” diyorlar.


HEM HASTANEDE ÇALIŞMA, HEM PATRONUN VİLLASINDA ANGARYA!

13 senedir hastanede çalışan Gülay Gülbeniz, hastanenin taşeron sistemini anlatırken çok önemli şeyler söylüyor. “Biz daha önce taşeronda çalışıyorduk, o dönemde hastane yönetimi maaşları gününde yatırıyordu ama taşeron bize gecikmeli veriyordu. Mesailerimiz hep gecikmeli oluyordu. Yani bizim sırtımızdan kazanıyordu taşeron, biz bunun bilincindeydik ama çalışma şartlarımız öyleydi. Daha sonra yönetim, ‘Taşeronun bana zararı oluyor’ diyerek taşeronu yolladı. Bizi personel olarak kendi kadrolarına aldıklarını söylediler. 13 senedir buradayım, 7-8 senedir de kendi bünyelerinde, hastane kadrolu olarak çalıştığımızı sanıyordum. Ancak gerçek öyle değilmiş. E-devlet şifresi ile sendikaya başvurduğumuzda kimimiz eğitim köyünde, güzel sanatlar atölyesinde, tavuk çiftliklerinde çalışan olarak çıktık. Sendikalı olma sürecine kadar da hep oyalamaya çalıştılar, maaşlarımız hep düşüktü. Her sene diyorlardı ki bu sene bekleyin, bu sene size değil de hemşirelere, hosteslere zam oldu ya da hastane kazanmıyor diyerek hep oyaladılar. Bu arada yıllarımız da çoğaldı, hakkımızı bırakıp gidemiyoruz. Çünkü kötü şartlarda da çalıştık. Ödeyemeyecekleri kadar emeğimiz var, hastanenin inşaatları tadilatları da oldu. Biz orada moloz da taşıdık, erkek arkadaşlarımız gidip inşaat işlerinde çalıştı. Hastane dışı kendi villalarında bile çalıştık biz. Mesai saati içinde Dragos’taki villalarında temizlik yapıyorduk biz, erkek arkadaşlarımız da inşaatta çalışıyordu. Küçük bir ekstra ücretle villalarında çalıştırıyorlardı. Biz buraya bir anda gelmedik. Yıllardır hep mücadele ettik.” Daha önce kadrolu görünen 72 işçi varken, sendikalı işçiler sayesinde 419 işçi, artık sağlık çalışanı olarak görünüyor.


‘SENDİKA BENİM EN DOĞAL HAKKIM’

Yıllardır bunca sorunu yaşayan işçilerin çok büyük bir kısmının bir anda sendikaya geçme sürecini ve artık onlar için sendikanın ne olduğunu soruyoruz. Müdürlerle yapılan toplantılar kâr etmeyince, sendikalaşma yoluna gitmişler. Bunun üzerine 4 kişi işten çıkarılmış. İşten çıkarmalara rağmen hızla sendikaya üye olan işçi sayısı artınca 94 işçiyi birden işten atmış yönetim. İşten çıkarıldıklarını aynı gün öğrenen işçilerin gözünü korkutmak için yönetim, polis ve TOMA’yı bekletiyormuş hastane kapısında. Ancak işçiler yılmadan direniş çadırını kurmuş. Sendikadan vazgeçmeleri için tek tek aranarak para teklif edilmiş. “Ama biz bunu kabul etmedik. Taşeronda çalışacağımızı söylediler, biz biliyoruz ki taşeron köleliktir. Çünkü hepimizin taşeron deneyimi var, taşeron olduğu zaman hiçbir hakkımız olmayacak, köleleşmeyi kabul edin demektir bu. Hiçbir arkadaşımız da bunu kabul etmedi. Süreç böyle başladı.”
“Sendikanın ne olduğunu daha önce bilmiyorduk.” Kadınlardan en sık duyduğumuz cümlelerden biri bu. İşçilerden Kezban Özmen açıklıyor, “Sendikanın ne olduğunu insanlar neden bilmiyor? Sağ olsun medyamız kadın programları, “Bugün ne giysem?” gibi programları izletiyorlar. Yani öğretici hiçbir şey yok. Sendika benim en doğal hakkım. Şimdiki Cumhurbaşkanının söylediği neydi? İki sendika olmalı. İkiyi değil, biri bile olamıyoruz.” Muzaffer Güloğlu da ekliyor, “Sendika buradaki arkadaşları birbirine bağladı öncelikle. Büyük bir katkısı oldu. Sendika deyince sanki sol bir örgüt, anarşist, terörist bir örgüt gibi geliyordu. Halbuki sendika insan haklarını arayan bir kuruluştur. Örneğin, DİSK gibi sendikalar... Neden biz olmayalım? Biz hep korktuk. Her sene bize verilen azıcık zamla yutkunduk kaldık. Neden? Çocuklarımız küçücük okula gidiyordu. Patron da biliyor ki işçinin buna ihtiyacı var, ne verirsek onu kabul eder.”


KOCALAR ARTIK KARIŞAMIYOR!

Tabii bir de kadın olmaktan dolayı baskı altında kalmışlar sendikaya üye olurken. 17 senedir hastanede çalışan Cemile Ağca, sendikalı olmadığı halde işten atılan işçilerden. Kocası bu hastanede ameliyat olduğu için karısının sendikaya üye olmasını istememiş. “Önce sendikalı oldum ama ‘Eşimin baskısından dolayı sizinle bu yolda yürüyemiyorum, kalben sizin yanınızdayım. Beni mazur görün’ dedim. Sendikalı olmak nedir bilmediğimden olamadım. Yoksa sendikaya karşı bir şeyimiz yok. Biz emekçi insanlarız. Haklarımızı bilmediğimiz için olamıyoruz. Atıldıktan sonra üye oldum ben de. Sonuna kadar da direneceğim. Şu an eşim de yanımızda. Herkes duysun hem dualarla hem sendikayla geliyoruz” diyor.
7 buçuk senelik İşçi Necla Özok’un da hikayesi aynı: “Benim eşim hiç istemedi sendikalı olmamı. Aslında kendi de biliyor sendikalı olmanın ne demek olduğunu, kendisi devlet memuru emeklisi. ‘Olma, işten atılırsın’ dedi. Ben de olmadım. Ama korktuğum için değil, evimde huzurumuz olsun diye. Ama sendikalı olmadan da atıldım. Bunun üzerine sendikaya üye olmaya karar verdim. Gittim eve ‘Bu saatten sonra  sen de bana karışamazsın’ dedim. Artık özgürlüğümü elime aldım. Her istediğimi de yapıyorum, karışamıyor.”


‘BEBEKLERİMİ BIRAKIP DİRENMEYE GELİYORUM’

Bazı kadınlar da eşleriyle birlikte işten çıkarılmış. Bir evin yükünü karı koca çalışarak kaldıramazken, zaten bu yüzden sendikalı olma, mücadele etme yoluna girmişken bir de ikisinin birden işten çıkarılması da katbekat yük koysa da kadınların omzuna, mücadeleden vazgeçmiyorlar. Eşiyle birlikte işten çıkarılan Melek’in 1 yaşında ikiz bebekleri var. “O 10 yıldır burada çalışıyor, ben 7 buçuk yıldır çalışıyorum. İkimize birden hiç haber vermeden izin günümde sabah erkenden işten çıkardılar. Ben tüp bebekle ikiz bebek sahibi oldum. Tedavi gördüm. Bunun için çok çaba göstermiştim. Bebeklerim 1 yaşında ve biz ikimiz de işsiz kaldık. Kendi evimiz var ama bebeklerimizin bakımı da var. Nasıl ikimizi birden çıkartabiliyorlar? Bizim gibi karıkoca çıkartılan başkaları da var. Kiracı olan arkadaşlar var. Bebeklerimi bırakıp geliyorum buraya, ama onlar için sonuna kadar direneceğim. Hakkımı aramaya devam edeceğim. Helal de etmiyorum bu şekilde beni kapıya koydukları için.”


DİRENİŞÇİ KADINLARA DESTEK ÇOK

Maltepe Üniversitesi Hastanesinde direnişe çıkan işçileri yalnız bırakmayan, onların direniş günleri boyunca yanlarında olan pek çok kadın örgütü var. Esenyalı Kadın Dayanışma Evi, Gülsuyu-Gülensu Kadın Dayanışma Evi, Kadın Emeği Platformu hem direniş alanını ziyaret edip kadınlarla dayanışma gösterdiler, hem de kadınların hak ettiklerini alabilmeleri için bulundukları yerlerde direnişin duyurulmasına destek oldular. Bu ziyaretler sırasında yapılan sohbetler pek çok ortak kadınlık durumunu da ortaya çıkardı. Gülsuyu-Gülensu Kadın Dayanışma Evi Başkanı Sevgi Delibaş özetliyor, bu ortaklığın nerelere kadar uzanabildiğini: “Hayatın her alanında kadınlar mücadele ediyor. Onların burada yaptığı emek mücadelesi, Gülsuyu’da kadınların yaptığı barınma mücadelesi, uyuşturucu satıcılarından çocuklarını koruma mücadelesi. Diğer taraftan Kobanê’de kadınlar yurtlarından edildikleri için yaşam mücadelesi veriyorlar. O yüzden kadınların gerek mahallelerinde gerekse iş yerlerinde her koşulda dayanışma içinde olması ve birlikte mücadele etmesi gerektiğine inanıyoruz. Özellikle çalışan kadınların yükü iki kat daha fazla. Hem evin içinde bir yaşam yürütmeye çalışıyor hem de ağır şartlarda çalışmaya çalışıyor. Bu yükleri kadının sırtından almak için kadınlar olarak birlikte mücadele etmekten başka şansımız yok.”
Direnişçi kadınlar bu dayanışmanın onlara ekmek gibi, su gibi, hava gibi geldiğini söylüyorlar. Belki siz de bir sıcak çay içmek, bu direnişin sizin hayatınızdaki ayakta kalma mücadelesiyle ortak yanlarını paylaşabilmek, kadınlara moral olmak için gidersiniz hastane önüne. Evet, hava soğuk, ama inanın dayanışmanın sıcaklığı termometre falan tanımıyor.

ÖNCEKİ HABER

New York’ta 2 polis öldürüldü

SONRAKİ HABER

‘Kürtler olmadan yeni bir Ortadoğu kurulamaz’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...